Tanin Gazetesi'ne Göre "Çanakkale" Geçilmez
3. Tanin’e Göre Kara Savaşları ve Sonuçları
Denizden yapılan girişimin sonuçsuz kalması üzerine karadan çıkarma yapma kararı alan müttefikler, 25 Nisan sabahı, savaş gemilerinin koruması altında Gelibolu yarımadasının batı sahilinde Sığındere’ye ve Kabatepe batısında Arıburnu ve Tekkeburnu civarlarında dört noktaya ve Kumkale’ye asker çıkardılar. Önemli gördükleri bölgeleri savunmak, Türk güçlerini sıkıştırmak ve destek almasını önlemek amacıyla yapılan bu girişim Türk süngüleriyle başarısız oldu. Fransız Jurnal gazetesi de River Clyde vapurundan karaya çıkan altı bin müttefik askerinin siperlerde gizlenmiş olan Türkler tarafından “cehennem ateşi” ile karşılandığına ve destek birlikleri gelinceye kadar bu vapurun korumasında, bulundukları yerlerde çakılı kaldıklarına dikkati çekiyordu63. Tanin’e göre, 25 Nisan çıkarmasının sonucu 18 Marttan bile ağırdı. Türk askerinin Gelibolu yarımadasında elde ettiği bu zaferin değerini ancak tarih verecek, “hayret ve takdir ile titreyen dudaklarından” yalnız “mucize!” kelimesi dökülecekti64.
Seddülbahir’in kuzeyinde Sığındere’ye çıkmış olan müttefik askerleri 26 Nisan sabahı sahili terk etti. Aynı cephede Alçıtepe’yi ele geçirmek üzere yaptıkları saldırı da Türk süngüleri ile kırıldı65. 26 Nisan’da Kabatepe ve güneyine yapılan yeni bir girişim de sonuç vermedi. Kabatepe’de “dört liva” asker denize döküldü. 28 Nisanda Anadolu sahili müttefik askerlerinden tamamen temizlendi (Birinci Kirte Muharebesi)66. 29 Nisanda Çanakkale’den geçmek isteyen İngilizlerin E15 denizaltısı batırıldı. Mürettebatından bir kısmı esir alındı67.
Beş gün süresince Arıburnu civarında yerleştiği dar alanı genişletmek için ileri harekât girişiminde bulunan müttefikler, Türk askerinin 3 Mayısta başlattığı karşı saldırı sonucunda “yalçın kayalı dereler içine” atıldı ve sahile doğru sürüldü. 3 Mayıstan sonra Seddülbahir ve Arıburnu’nda düşman yeni güçlerle desteklenerek yerleştiği alanı genişletme girişimini sürdürdü. Ancak, sonuç alamadı68. Kabatepe’de de daha kıyıya çıkmadan büyük kayıplar veren müttefiklerin başarısızlığı Atina da bile büyük yankı buldu. Venizelos taraftarı gazeteler müttefiklerin uğradığı büyük yenilgiyi ve kayıklara kaçışını sütunlarına taşıdı. Times gazetesi Osmanlı ordularının mükemmel idare edildiğine dikkati çekti. Mücadeleyi, Plevne kahramanlığına benzetti. Türklerin, Avrupa’daki Osmanlı toprağı için mücadele ettiklerini iddia etti69. Müttefik orduları komutanı General Hamilton’un beş ay sonra yayınladığı rapora göre 25 Nisan’dan 5 Mayıs’a kadar süren harekâtta karaya çıkarılan müfrezelerin yarısı savaş dışı bırakılmıştı. Türk mitralyözleri bilimsel bir şekilde yerleştirilmiş ve müttefik askerleri “oraktan geçirilircesine” şiddetli bir ateşle karşı karşıya kalmıştı. 5 Mayıstaki kayıp; subaylardan 177 ölü, 412 yaralı, 13 kayıp; neferden 1990 ölü, 1707 yaralı, 3570 kayıp olmak üzere toplam 13.979’du70.
6-8 Mayıs arasında Seddülbahir cephesinde Alçıtepe’yi ele geçirmek amacı ile yapılan müttefik saldırıları da Türk askerinin karşı saldırıları ile kırıldı. (İkinci Kirte Muharebesi). Müttefik ordusunun; İngilizler, İskoçyalılar, İrlandalılar, Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar, Gurkalar, Sihler, Pencaplılar, Fransızlar, Gombalar ve Senegallilerden oluştuğuna dikkati çeken Times gazetesinin Mondros muhabiri üç gün süren bu savaşları “milletler muharebesi” olarak değerlendirdi. Kayıpların büyük olduğuna dikkati çekti. Saldırı başladığında Türkler önce gizlendikleri, müttefik askerleri karaya çıkıp ilerlediği anda ateşe başladığı için müttefik kayıplarının artığını savladı.
Müttefik kayıpları Mayıs ayı boyunca sürdü. 13 Mayıs sabahı Morto limanında bulunan Goliath, Muaveneti Milliye torpido muhribi tarafından batırıldı71. Aynı gün Seddülbahir’de Fransız Şarl Martin72, 17 Mayısta ise Albion zırhlıları yaralandı73. 25 Mayısta Arıburnu önünde Triumph74, 27 Mayısta ise Seddülbahir önünde Majestic zırhlıları Alman denizaltıları tarafından batırıldı75. Karada ise Türk topçuları ve Anadolu bataryalarının baskıları müttefikleri bulundukları mevzilere kilitledi.
Boğaz önünde, sahilin karşılıklı dar parçasında çabalayıp duran müttefikler, Türk askerinin direniş ve savunması karşısında adeta kırılıyordu. Artık İngiltere ve Fransa da bile herkesin hakkını verdiği gerçek, Çanakkale’nin ele geçirilemeyeceği idi. “Koca bir müttefik ordusu Çanakkale’de erimiş gitmiş”, Şubat ayından bu yana “hüsran” ve zarardan öte bir sonuç elde edilememişti. İngilizleri en çok kızdıran ise “dört günde işi görülecek zannedilen şu miskin Türkün bu kadar büyük harikalar göstermesi” idi. Oysa, Boğazlar gerçek gücünü daha göstermemişti. Bu da yakındı76. Goliath’ın ardından Triumph ve Majestic zırhlılarının da Çanakkale sularına gömülmesi, Türk-Alman ittifakının Çanakkale önündeki başarısıydı. Bu “silah arkadaşlığı” daha büyük sonuçlara gebeydi. Çanakkale’yi geçmek, “Çanakkale istihkâmatını hâk ile yek-sân etmek”, İstanbul’u almak için gelen bu gemilere vurulan darbe “asûmandan inmiş bir ders”ti. İtalya’nın kendilerine katılması ile sevinen müttefiklere bu darbe ile sonucun değişmeyeceği gösterilmişti. Meclis’te “Çanakkale İngiliz donanması için bir mezar olacaktır” diyen Mebusan Reisi Halil Beyin öngörüsü gerçekleşiyordu. Ancak, sadece donanmaya değil, “koskoca” bir orduya mezar oluyordu77. Nitekim, İngiliz resmi tebliğleri de Türk mevzilerinin ele geçirilmesinin “zor bir iş” olduğunu itiraf etmeye başlamıştı78. Daily Telegraph’a göre sahilin en küçük ve göze görünmeyen bölgelerini “kilitli top” ve mitralyözle donatan Türkler, karaya asker çıkarmak üzere sahile yanaşan donanmayı “bir ateş kasırgası ile” karşılıyordu. Bu ateşin etkisinden kurtulmak için gemilerin sahile yanaştırılmasından vazgeçilerek nakliye gemilerinin sığ bölgelerde karaya oturtulması ve askerin bu şekilde karaya çıkarılması kararı da olumlu bir sonuç vermemiş, aksine büyük yitiklerle sonuçlanmıştı. Üstelik Türk topları, toprak altındaki yolları kullanarak mevzilerini sürekli değiştiriyor, bu nedenle müttefik topları etkili olamıyordu79.
Çanakkale’den gelen son haberlerin müttefiklerin amaçlarına ulaşmak konusundaki ümitlerini kırdığına dikkati çeken Tanin, müttefik kayıplarının Flander’da verilenden daha “vahim” olduğunu, ellerinde açık bir koydan başka bir şey olmadığını, çıkış noktası yapılacak bir limanları bulunmadığını, özellikle Alman denizatlılarının görünmesinden sonra oldukça zor bir durumda kaldıklarını belirtti80. Morning Post, Türk ordusunun zannedildiğinden çok daha yetenekli olduğunu81, Jurnal gazetesinin Çanakkale muhabiri ise “Türk askerlerinin Balkan muharebelerinden beri askerlikte fevkâlade terakki ettiklerini” düşünüyordu82. Amerikalı bir gazeteci de Çanakkale’deki incelemelerinin ardından Daily Telegraph’a yazdığı makalede bu konuya dikkati çekti. Gelibolu yarımadasında “her bayır(ın) bir manga, her tepe(nin) bir kale” olduğunu vurgulayan gazeteciye göre, Türklerin askerî gücü, müttefiklerin iki katıydı. Balkan savaşında Türk askerinin “bir işe yaramadığı” gerçeği göz önüne alındığında Türk askerinin sayıca üstün olmasının bir anlamı olmamalıydı. Oysa bu kez Türkiye’de askerî yaşama ait her şey “mükemmel”di. Buna karşın İngiliz askerî harekâtı oldukça zor bir mevzi ve çıkış noktalarından idare edilmekteydi. Savaşı zora sokan etkenlerin başında su azlığı, ulaşım ve nakliye güçlükleri geliyordu. Temmuz ve Ağustos aylarında su daha önemli bir sorun olacaktı. Müttefiklerin kara çıkarmasından elde ettiği küçük başarıların da ancak donanmanın gücü ile olabildiğine dikkati çeken gazeteci, müttefiklerin harcadığı mühimmat karşısında Türk kaybının son derece az kaldığını da vurguladı. Örneğin Queen Elizabeth’in attığı yüzlerce mermiden yalnızca on tanesi Türk mevzilerine düşmüştü83.
Kayıpların büyüklüğü müttefikleri kısa süreli bir sessizliğe itti84. Bunda müttefiklerin asker ve malzeme eksikliği de etkili oldu. Haziran başlarında İngiliz askerî yetkilileri de bu eksiklikleri dillendirmeye başladı. Mühimmat sorunu ile Lord Kitchener, Lloyd George hatta bizzat fabrikaları gezen Kral yakından ilgileniyordu. Çanakkale’deki asker yoksunluğu adalı Rumlardan paralı asker kaydı yapılarak giderilmeye çalışıldı. Ne var ki, Yunanistan’da Gunaris kabinesi “ölüm tuzağı” olarak nitelediği Gelibolu’da, Rum gönüllülerin “kırılmasına” izin vermedi. Adalardaki memurlara gönderilen emirlerle gönüllü kayıtlarının durdurulmasını istedi85.
Bununla birlikte sömürgelerinde aldığı destekle eksikliklerini gideren müttefikler, 4 Haziran sabahı Seddülbahir’de geniş çaplı bir saldırı hareketini başlattılar. Muharebeler, Türk askerlerinin de karşı saldırıları ile iki gün boyunca sürdü. 6 Haziran’da gündoğumu ile Türk süngüsü yeni bir zafer kazandı.(Üçüncü Kirte Muharebesi)86. Zaferdi, çünkü müttefikler uzun bir süre hazırlanarak yine büyük ümitlerle saldırıya geçmişti. Ancak, “halife-i zi-şânın arslan yürekli” askerlerince bu saldırı da boşa çıkarılmıştı. Tanin, saldırının önceden tahmin edildiğine dikkati çekti. Zira, Akdeniz’de, adalarda, Boğaz önlerinde gücünü hissettiren Alman denizaltıları, müttefiklere ilk darbeyi indirdiğinde İngiltere, Fransa ve Rusya’da büyük bir endişe ve öfke uyanmış, korku başlamıştı. Ancak, İngiliz Hükümeti’nin Boğazları terk edip gitmesi ya da boş durması olanaksızdı. Saldırı bu nedenle başlatılmıştı. Ne var ki “berrak yaz gecelerinin müphem karanlıkları arasında parlayan Osmanlı süngüleri düşmanın korkak taarruzunu” bir kez daha boşa çıkarmıştı. Tanin bu son saldırının sonuçlarının “pek hayırlı” olacağı kanısındaydı. Gerek tarafsız devletlerin, gerekse Üçlü İtilafa yakın olanların özellikle Bükreş gazetelerinin yorumlarında, İngilizler için Boğazlarda tutunmanın olanaksızlığı açıkça dillendiriliyordu. Bir hafta önce İngiliz gazeteleri ya boğaz harekâtından vazgeçmek ya da bu işi hızla bitirmek gibi iki seçenek sunarken, alınan yenilgiler bu işin hızla bitirilmesinin olanaksız olduğunu ortaya koymuştu. Zira “Çanakkaleyi müdafaa eden mertler düşmana bir avuç toprak bile vermemeye ahd etmişlerdi”, İngilizler için yapıp yapmamakta özgür oldukları tek bir seçenek kalıyordu: “o da def olup gitmek(ti)”87. Türk Orduları Kumandanı Liman von Sanders’e göre ise İngilizler, Türk askerinin savaşçı yapısını yeterince takdir edememiş, karşılarında Balkan savaşındaki Türk birlikleri bulunduğunu zannederek büyük bir “gaflete” düşmüştü.
Müttefiklerin kayıp ve yaralı sayısı günden güne artarken, Kahire ve İskenderiye’deki tüm hastaneler yaralılarla dolup büyük oteller ve kışlalar da hastaneye dönüştürülürken88. Türk topçusunun baskısı da giderek artıyordu. Haziran ayı boyunca, gerek Arıburnu’nda, gerekse Seddülbahir’de yaptıkları saldırılarda önemli yitiklere uğrayan müttefikler89, 13 Hazirandan itibaren Arıburnu cephesinde kötü kokulu gaz yayan patlayıcı maddeler kullanmaya başladı90. Seddülbahir’de ise donanmasıyla Türk mevzilerini önce aralıklı ardından sürekli olarak bombaladı91. Ardından da aldıkları destek birlikleri ile 21 Haziranda geniş çaplı bir taarruza giriştiler. Sabah saat 05.00’de donanma dakikada yüz elli mermi atarak ateşi şiddetlendirdi. Piyadeler ise saldırıya geçerek Türk siperlerinden bir kısmını ele geçirdi. Müttefiklerin gece yarısına kadar “inatla” ve tekrar tekrar yinelediği saldırılara 21-22 Haziran gecesi ve 22 Haziranda gerek bu cephedeki Türk birlikleri, gerekse Anadolu sahil bataryalarının gülle yağmurları ile aynı şiddette yanıt verildi. Siperler sürekli el değiştirdi. Akşama doğru müttefiklerin elinde yüz metrelik bir siper kalmıştı. 22-23 Haziran gecesi Türk piyadelerinin yaptığı baskınla bu parça da geri alınarak müttefikler çıkış mevzilerine geri püskürtüldü. Zafer Türk askerinindi92. Aradan geçen beş gün süresince gerek yaralı taşıyan hastane gemilerinin çokluğu, gerekse savaş alanından kaldıramadıkları ölü yığınları dikkate alındığında müttefiklerin 21 Haziran muharebesinde (Birinci Kerevizdere Muharebesi) kayıplarının yedi binin üzerinde olduğu tahmin ediliyordu93.
23 Hazirandan itibaren her iki cephede karşılıklı top ve piyade muharebeleri yapıldı ise de müttefik topçularının Türk siperlerine zarar vermek için harcadığı çabalar sonuç vermedi94. 27-28 Haziran gecesi Seddülbahir’deki Türk mevzilerini bombaladıktan sonra 28 Haziran sabahı saat 9.40’ta başlattıkları ileri harekât da Türk piyadesinin karşı saldırıları ile geriye atıldı. Müttefikler, iki hat siperlerini yitirdi. Anadolu bataryaları da verdiği destekle müttefiklerin çekilmesinde etkili oldu. Türk uçakları da Seddülbahir’de müttefiklere ait balon alanlarına attığı bombalarla zaferde pay sahibi oldu (Sığındere Muharebesi)95.
Müttefiklerin gerek 29 Haziranda Seddülbahir’deki saldırılarını tamamlamak amacıyla yaptığı hücum, gerekse 29-30 Haziran gecesi Arıburnu’nda Türk merkez siperlerine yapmak istediği saldırı da kanlı bir şekilde durduruldu96. Temmuz ayının ilk günlerinde Arıburnu’ndaki tek hareketlilik müttefiklerin hastane gemilerine yaptıkları yaralı nakliydi. Yaralılar, çatana ve mavnalarla üç büyük gemiye nakledilirken bu gemilere, üzerinde Kızılhaç işareti olmamasına karşın Türk tarafından ateş edilmedi. Seddülbahir’de ise karşılıklı siper savaşları sürdü97. Yenişehir üzerinde uçan müttefik uçaklarının attığı bombalar ise Türk mevzilerine zarar veremedi98. Müttefikler her iki cephedeki başarısızlıklarını Arıburnu cephesinde yeşil gaz yayan şarapneller endaht ederek ya da sivil yerleşime açık kasaba ve köyleri karadan ve havadan bombalayarak gidermeye çalıştı99. Türk hatlarını yarmak için yapılan saldırılar da müttefiklerin ağır kayıpları ile sonuçlandı. Öyle ki yaralıların taşınmasına iki nakliye gemisi yeterli gelmemişti100.
Türk ordusunun müttefiklere karşı elde ettiği bu üstünlük bölgedeki yabancı gazetecilerin gözünden kaçmadı. Daily Telegraph’ın İstanbul muhabiri, gazetesine gönderdiği mektupla Türk askerini başarıya götüren nedenleri betimledi. Nara istihkamında Kumkaleye kadar bütün sahilin Türkler tarafından olağanüstü bir şeklide berkitildiğine, 18 Marttan bu yana her noktayı büyük bir beceriklilikle savunduklarına, bataryalarını ustalıkla gizlediklerine, boğaz bataryalarının önündeki suları bol mayınla döşeyerek donanmanın ilerleyişini önlediğine, her ilerleme girişimini mitralyözlerinin ateş yağmuru ile karşıladığına dikkati çekti. Buna karşın müttefik askerinin araziyi tanımadığını ve Anadolu yönünde yerleştirilen bataryaların gücünü vurgulayarak harekâtın müttefiklerden daha çok özveri beklediğine işaret etti101. Bölgede bulunan bir Amerikalı gazeteci de müttefiklerin, Türk askerinin etkili ateşleri kadar susuzluk ve sıcakla mücadele ettiğini, sıcakların özellikle beyazları etkilediğini, su kaynaklarının kurumaya yüz tuttuğunu, depoların ise Türk ateşleri ile kullanılamaz duruma getirildiğini belirtti102. Müttefik ordusunun çok kayıp vermesinin nedeni yalnızca Türk ateşi, su yokluğu ve sıcak değil bizzat müttefiklerin kendisiydi. Müttefik topçusunun ateşleri kendi siperlerine düşüyordu103.
Türk askerinin başarısı Viyana sefiri Hüseyin Hilmi Paşanın basına verdiği demece de yansıdı. Türkiye’nin savaşın sonucu hakkında beslediği ümitlerin, müttefiklerin savaşın başında beslediği ümidin çok üstünde olduğunu söyleyen Hüseyin Hilmi Paşa, başarıdan hiçbir endişeleri olmadığına, bu koşullarda tarafsız Balkan devletlerinin önünde, ya Türkiye’nin yanında yer almak ya da savaş sonuna kadar tarafsızlıklarını korumak seçenekleri bulunduğuna dikkati çekti104. Oysa aynı günlerde İngiliz ve Fransız gazeteleri İstanbul’dan “Türklerin kovulacağı” iddiasını sürdürüyordu. Tanin, Türk askerinin başarıları karşısında bu iddiaların sürmesine ve kamuoylarının bu tür haberleri inanarak okumalarına anlam veremedi. İngiliz gazetelerinin, bir yandan on-on beş gün içinde Çanakkale’nin ele geçirileceğine işaret etmesi öte yandan Hükûmetin, Rusya’ya Arkanjel yolu ile mühimmat nakletme kararını alması ve yüklemenin yapıldığını duyurması da “büyük bir çelişki” idi. Oysa, müttefiklerin “beğenmedikleri Arkanjel tarikini şimdi ihtiyara mecbur olmalarının sebebi Çanakkale’de tepelerine Osmanlı yumruğunun inmesinden başka bir şey değildi.!” Müttefikler, Rusların Galiçya’daki yenilgisini bölgeye biran önce yardım ulaştırarak telafi edebileceklerinin farkındaydı. Çanakkale’den ümidi kestikleri için de Arkanjel limanını kullanmayı yeğlemişlerdi. Türkiye ise Boğazları kapalı tutarak Rusları askerî malzemeden, İngiltere ve Fransa’yı gereksinim duyduğu buğdaydan yoksun bırakmıştı. Böylece,“insaniyet ve medeniyet düşmanı” olan “Mokof ejderi” savunmasız, İngiltere ve Fransa da çaresiz kalmıştı. Müttefiklerin tarafsız devletlerin kamuoylarını kendi lehlerine çevirmek için her türlü yola başvurmaları da onların “aczinin” göstergesiydi105.
Müttefikler her ne kadar Rusya’ya kısa sürede ulaşmanın yollarını aramaya başladıysa da bu arayış, Çanakkale’de ilerleme isteklerini durdurmadı. 12 Temmuz sabahı hem Arıburnu’nda hem de Seddülbahirde oldukça şiddetli top ve tüfek ateşinin korumasında piyadelerini ileri sürdü. Ancak, karşı ateşle her iki cephede de çıkış noktalarına geri dönmek zorunda kaldılar106. 13 Temmuz günü sabah ve öğleden sonra Seddülbahir’de Türk mevzilerine saldırılarını yinelediler, fakat karşı saldırı ve ardından gelen süngü savaşları sonucunda eski yerlerine geri atıldılar (İkinci Kerevizdere Muharebesi). Kaçmayı başaramayan on dört İngiliz, esir alındı. Anadolu sahil bataryaları ise ateşleri ile müttefik ilerleyişini destekleyen torpidoları kaçırmayı başardı107. 18 ve 23 Temmuzda Seddülbahir’de Türk siperlerine yapılan iki hücum girişimi de sonuçsuz bırakıldı. Müttefik askerlerinin hemen tümü süngüden geçirildi. Kimi Fransız askeri de esir alındı.108.
Müttefik ordusunun üst üste uğradığı yenilgiler ve verilen kayıpların büyüklüğü karşısında Times, harekâtta yapılan hatalara dikkati çekerek, sorumlu bulduğu General Ian Hamilton’un görevden alınmasını istedi109 İtalyan gazeteleri de Türklerin morallerinin son derece yüksek bulunduğuna, müttefiklerin boş yere ümit beslememeleri gerektiğine, ordunun verdiği kayıpların ise boşuna olduğuna dikkati çekti110. Gelibolu yarımadasındaki “kayalara” saldırmanın “cinnet” olduğu kanısında olan bir Amerikan gazetesi de İngilizlerin; Avustralyalıları “mermi ve kurşun yağmuru altında erittiği(ni)” düşünüyordu111.
Tanin ise “Paskalya’da” İstanbul’da olacaklarını söyleyen ve 20. yüzyılın en gelişmiş savaş araçlarını kullanan müttefiklerin “üç koca ay” sonunda hiçbir başarıları olmadığını vurguladı. Olamayacağını iddia etti. İngiltere ve Fransa’nın Doğu’da dillere destan ünlerine Çanakkale’de bir darbe indirilmişti. O güne değin Avrupa baskısı altında ezilerek içerde ve dışarıda hareket özgürlüğünü yitiren Türkiye, Çanakkale’de müttefik ordularını denize döktükten, donanmasını denizin dibine gömdükten sonra özgürlüğünü yeniden kazanacak, Çanakkale, Fransız ve İngiliz basınında yalnızca “bir kabus” olarak anılacaktı. Yenilgi ve başarısızlıklarını ne kamuoylarından ne de dünyadan gizleyemeyen bu devletler aslında Çanakkale girişiminin kendileri için utançla sonuçlanacağının çoktan farkına varmışlardı. Ancak, çekilmek onlar için acizlik göstergesi olacağından, sömürgelerdeki Müslüman kanını akıtmak pahasına, başarı için “çalışıyormuş gibi” görünmeye devam edeceklerdi. Tanin, başarının hilafet merkezini savunan Türk ordusunda kalacağı inancındaydı. “İster karadan, ister denizden ve ister gökten, ister yerin ve denizin altından hücum etsinler”, Türk “yumruğu” her yerde kendilerini karşılayacak ve tepelerine inecekti112.
Müttefiklerin aleyhine gelişen askerî harekât Hindistan kamuoyunda da olumsuz etkisini göstermeye başlamıştı. Halk ayaklanmış, pek çok İngiliz öldürülmüş, İngiliz mağazaları yağmalanmıştı113. Çanakkale’deki askerleri arasında dizanteri ve hummanın yayılması da müttefikleri, kamuoyları önünde güç durumda bırakıyordu114.
Temmuz sonlarına doğru Türk ordusunun baskısı iyice arttı115. 26 Temmuzda Fransızların Maryot denizaltısı Çanakkale Boğazı’nda batırıldı ve mürettebatından 31 kişi esir alındı116. 31 Temmuz’da müttefiklerin Arıburnu’ndaki yoğun ateş ve lağım baskının ardından ilerleme girişimi büyük kayıpla sonuçsuz bırakıldı. Bozcaada’daki müttefik uçak hangarı ise bir Türk uçağı tarafından bombalandı117. Müttefikler bu baskılara 3 Ağustos’ta Ezine’deki118 ve Ağaderesi mevkiindeki hastaneleri bombalayarak yanıt verdi119. Zehirli gaz yayan mermiler kullanmayı sürdürdü. 6 Ağustos’ta Arıburnu’nda gemi ve kara topları ile Türk sol taraf siperlerine yoğun ve sürekli ateş açtıktan sonra hücum kolları ile bu siperlere saldırdı. Siperlerden bir kısmına girmeyi başardı. Akşamüzeri Türk karşı saldırısı siperlerin bir kısmını yeniden Türk tarafına kazandırdı (Kanlısırt Muharebesi). Seddülbahir’de aynı gün saat 14.00’te Sığındere güneyindeki Türk siperlerine karşı saldırıya geçen müttefikler, Türk ileri hatlarındaki bazı siperleri ele geçirdi. Akşama doğru Türk askerinin karşı saldırısı ile tüm siperler geri alındı. Esirlerin verdiği bilgilere göre saldırıya katılan müttefik alaylarının ikisinde ancak otuz-kırk kadar asker sağ kalabilmişti120.
Müttefik ordusu, 6-7 Ağustos gecesi Gelibolu’ya hakim bir konumda bulunan Kocaçimen tepesini ele geçirmek ve buradaki Türk mevzilerini arkadan kuşatmak istedi. Kuvvetlerinden bir kısmını Saros Körfezi’nin kuzeyinde Karaçalı civarına, geri kalanını da Arıburnu’nun kuzeyinde iki mevkide karaya çıkardı. Karaçalı’ya çıkarılan müttefik askerlerinin tümü püskürtüldü. Buna karşın Arıburnu’nun kuzeyine çıkan birlikler 7 Ağustos’ta donanmanın koruması altında ilerledi. Ancak akşamüzeri müttefikler “hiç beklemedikleri bir zamanda” Türk askerinin “müthiş bir yumruğunu yiyerek” bulunduğu hattan geri çekildi121. 8 Ağustos’ta ard arda yaptıkları taarruzları da sonuçsuz kaldı122 9 Ağustos günü Arıburnu’nun kuzeyinde giriştikleri saldırı da büyük kayıp verdirilerek kırıldı. Dördü subay olmak üzere elli esir alındı123. Aynı gün sabahın ilk ışıkları ile Anafartalar’da saldırıya geçen Türk askerleri, yapılan süngü savaşları sonunda büyük bir zafer kazandılar (Birinci Anafartalar Muharebesi). Resmi tebliğlerde Anafartalar’la ilgili bilgi yer almadı. Tanin ise 9 Ağustos zaferi ile ilgili bilgileri çok sonra sütunlarına taşıdı.
Tanin’in Çanakkale Muhabiri 9 Eylül 1915 tarihiyle Anafartalar cephesinden gönderdiği mektupla zaferi, muharebelere bizzat katılan bir askerin ağzından verdi. Asker muharebeler sırasında Arıburnu’nda “beş bin Türkle yirmi beş bin İngilizi perişan ederek düşmana ilk darbeyi vurmak şerefini kazanan kumandanın ismiyle yad edilen tepeceğin ilerisinde” bulunmuştu. İzlenen strateji; düşmanı kendilerine doğru çektikten sonra kesin bir darbe vurmaktı. Bu nedenle müttefikler bir gece ilerlemeyi başarabilmişti. Taarruz öncesi komutanlar sürekli haberleşiyor, Garp komutanı fırka komutanlarına takviye birlikleri göndereceğini söylüyordu. Durum son derece nazikti ki müttefiklerin Kocaçimen’e çıkmak istediği haberi geldi. Kocaçimen tepesi yarımadanın her noktasına egemen bir konumda bulunduğu için çok önemliydi. Vakit gece yarısını geçiyordu. Kumandan, fırkanın ve alayların bulunduğu mevki hakkında olabildiğince açık ve ayrıntılı bilgi aldıktan sonra bir plân yapmış ve uygulamasını bizzat üzerine almıştı. Sabahleyin erkenden taarruz edilecek ve düşman kovulacaktı. Fakat kumandan soğukkanlılığını koruyor, “etrafındakilerin de sinirlerini kendisininki gibi çelikleştirmeye çalışarak”: “Düşmanı tepeleyeceğiz, diyor. Fırkadan fırkaya, alaydan alaya koşuyor, çalışıyordu” Taarruz nihayet şafakla birlikte başladı. Aslî hedef Kocaçimen tepesi, Anafarta ovası, İsmail Bayırı idi. Harekât çeşitli noktalardan başlarken kumandanın cesaret veren sözleri tekbir sesleri arasında kayboluyordu. Müttefikler de zaman yitirmemiş, tutunduğu her noktayı berkitmiş, karşı saldırıya hazırlanmıştı. Ancak, Türk askeri yaşamını ortaya koymuştu. Bir yanda piyadeler hızla ileri atılırken, öte yandan topçularda müttefik hatlarını bombalıyordu. Buna karşın müttefiklerin topçuları harcadığı merminin çokluğuna oranla etkili olamıyor, mermi taneleri ya çok ilerde ya da geride patlıyordu. Müttefiklere son darbeyi vurmak üzere güçlü bir piyade birliğiyle ileri atılırken süvariler de çam ağaçları arasından çıkarak tepelere doğru adeta uçtu, yamaçta attan inerek avcıya yayıldı ve piyade desteği ile akşama doğru zafer çığlıklarının yükselmesini sağladı. “Düşman kaçıyor, nidası ağızdan ağıza dolaşıyor(du)” “Elbiseleri, parçalanmış, fakat kalbi neşvei zaferle çarpan” Türk askerlerinin önünde tüfekleri, çantaları, kazmaları, kürekleri atarak sahile doğru kaçıyorlardı. Bazı mevkide bunu da başaramıyor, kendilerini “dört taraftan kuşatılmış görüyorlardı”. Türk askerleri “düşmanı sahile sürmüştü”. “Karaya çıkan yüz bin askerin laakal nısfını gaib ettikleri muhakkaktı”. Türklerin kayıpları ise “çok az”dı124.
Muharebeleri “bütün inceliği ile bir siper savaşı” olarak niteleyen Fransız Jurnal gazetesi de müttefiklerin karşı karşıya kaldığı olumsuzluklara dikkati çekiyordu. Müttefikler dağ, taş, kaya, toprak, uçurum her şeyi ele geçirmek, iki tarafı denizlerle çevrili dar bir alanı geçerek saldırı yapmak zorundaydı. Oysa cephenin darlığı manevra olanaklarını kısıtlıyordu. Buna karşın Türk siperlerinin her biri bir sanatçı elinden çıkmış kadar mükemmel, geniş, derin, hem sığınak hem de siper işlevlerini gören gerçek bir “labirent”e benziyordu125. İklim de müttefikleri zor durumda bırakıyordu. Yağmurların az olması nedeniyle Haziran’da başlayan susuzluk giderek olumsuz etkisini artırıyor, buna rüzgârın müttefik birlikleri üzerine sürüklediği toz bulutları eklendikçe dayanmak olanaksızlaşıyordu126. Buna karşın müttefikler, 10 Ağustos günü şafaktan itibaren saldırılarını birkaç kez yineledi. Conkbayırı’na kadar ilerledi. Ancak aynı gün Türklerin baskın saldırısı ve yaşanan süngü savaşları ile pek çok kayıp ve esir vererek geri çekilmek zorunda kaldı (Conkbayırı Muharebeleri)127. 11 Ağustos’ta arka arkaya yaptığı üç saldırı da Türk karşı saldırıları ile püskürtüldü. Pek çok kayıp veren müttefikler beş yüz metre geriye atıldı. Türk piyadeleri, bir makineli tüfek ile iki yüze yakın tüfeği ele geçirdi128. Türk birlikleri müttefiklerin, 15 Ağustosta Kireçtepe yönünde başlattıkları saldırıdan da istedikleri sonucu almalarını önledi ve müttefikler karşısındaki üstünlüğünü ortaya koydu (Kireçtepe Muharebeleri)129.
Goltz Paşa da United Press Ajansı’na verdiği demecinde, Türklerin müttefikleri gerçekten zorladığı kanısındaydı. Müttefikler, Balkan savaşlarında aldığı ağır yenilgiden dolayı hemen tüm dünyanın zayıf olduğunu sandığı bir anda Türk ordusunun tüm gücü ve direnci ile karşı karşıya kalmıştı. Bu direncin de iki nedeni vardı. İlki, “ittihad-ı milli”, İkincisi “mevcudiyet-i milliye” duygusuydu. Gerçek Türk ordusunun şimdi ortaya çıktığına, her bir askerin vatanının varlığı için savaştığına dikkati çeken Goltz Paşa’ya göre müttefikler bir “ateş” ve “çelik” siperi ile karşı karşıya kalmıştı130. Savaş alanlarını dolaşan Tanin’in Rumeli muhabirine göre Anafarta ovasında çalılarla gizlenemeyen her açık toprak, yığın yığın müttefik askerleri ile örtülüydü. “Kana bayanmış ümidleri” ile “gafil avına çıkan” Hamilton “gafil yakalanmıştı”131.
Çanakkale’de Türk askerlerinin ardı ardına kazandığı zaferlerden Ordu Kumandanlığı da son derece memnundu. Harbiye Nazırı Enver Paşa kahramanlık destanının yaratıcısı olarak nitelediği şehit ailelerin çocuklarına bu kahramanlığı hatırlamaları dileğiyle “taziyetnameler” gönderdi132. Enver Paşa, bu mektuplarla “bugünün intikamı yarının çocuklarında yaşat(mayı)” ümit ederken müttefikler de 21 Ağustosta karadan ve denizden yoğun bir top ateşi başlattı. Ardından Anafartalar cephesine saldırıya geçti133. Ancak büyük bir yenilgi ile ve pek çok kayıp vererek “nâlân ve perişan” çekilmek zorunda kaldı (İkinci Anafartalar Muharebesi). Türk siperleri önünde beş yüzün üzerinde askerini bıraktı. Bir subayı ile pek çok eri de esir düştü. 22 Ağustos’ta yaptıkları ikinci girişim de sonuçsuz kaldı134. Müttefiklerin Gelibolu yarımadasında kalkıştığı son çıkarma harekatında uğradığı kayıplara dikkati çeken Daily Cronical da, sonucu “korkunç bir gerçek” olarak değerlendirdi135.
Anafartalar bölgesinde aldığı ikinci yenilginin ardından müttefikler Arıburnu cephesinde sessiz kalarak saldırılarını Seddülbahir’e yöneltti. Ancak burada da 24 ve 25 Ağustosta yapılan Türk karşı saldırıları ile kayıp vermeyi sürdürdü136. 26-28 Ağustosta Anafartalar’da Kireçtepe ve Azmakdere’deki Türk mevzilerine karşı ateş korumasında yaptıkları üç ilerleme girişimi de başarılı olmadı. Üç gün sonunda müttefiklerin ölü sayısı on bini buldu137.
Ağustos ayı sonlarına gelindiğinde müttefiklerin Arıburnu ve Anafartalar’daki büyük yenilgileri, özellikle İngiliz basınında, Hükümete yönelik eleştirileri artırdı. Times, Türk askerlerinin, başarısız olduklarında başkentleri İstanbul’u sonsuza değin kaybedeceklerini kavradığına, bu nedenle müttefik hücumları karşısında etten bir duvar ördüğüne dikkati çekti138. 20 Ağustos tarihli baş makalesini Ashmead Bartlett’in Çanakkale’den gönderdiği rapora ayırdı. Son harekâtı yorumladı. İngiliz resmi tebliği ile raporu karşılaştırdı. 20 Ağustos tarihli İngiliz tebliği “Türkler buradaki ileri harekâtımızı tevkif ettiler” cümlesinden ibaretti. Oysa, İngiliz kuvvetlerinin Suvla Körfezi’ne yaptığı çıkarma harekâtının “Anzak mıntıkasında” ileri yürüyüşünden bahseden, buradaki Türk askerini Plevne’deki Osman Paşa’nın “bahadır askerleri”ne benzeten Bartlett’in raporu, Gelibolu’da müttefik umutlarının söndüğünü ortaya koyuyordu. Times’a göre, İngiltere artık aciz kaldığını onaylamalıydı139. Çanakkale’ye gereken her türlü asker ve malzeme yığıldığı, hatta askerlik hizmetinin zorunlu hale getirilmesi yönünde çabalandığı halde istenen sonuç alınamamıştı. Zira, Çanakkale savaşı, başından sonuna kadar Londra’dan “hayalperestane bir surette” yönetilirken140 Türk askerleri son derece başarılı bir şekilde yönetiliyordu.
Tanin gazetesinin güney cephesi muhabiri Cemil Hakkı Bey de, Türk ordusunun komutanından askerine kadar gösterdiği dirence dikkati çekti. Gelibolu yarımadasını tarihe armağan edilen bir “abide” olarak tanımladı. Türk askerinin burada tüm İslâm dünyasının hakkı için savaştığına, her kayayı, her taşı savunarak bir destan yarattığına dikkati çekti. Gelibolu’ya “Çelikkale” isminin verilmesini önerdi141. Tanin de Osmanlılığın ve İslamlığın onuru için savaşan Türk askeri için yardım kampanyası başlattı. “Kış geliyor. Bu aydan sonra yavaş yavaş soğuklar, yağmurlar, rüzgârlar ve sonra karlar, fırtınalar birer birer icrai hükme başlayacak” diyen gazete kar üstünde, yağmur altında yatmak ve soğukla mücadele etmek zorunda kalacak askere karşı ulusu göreve çağırdı. Türk ulusunu sevindiren, heyecan ve onur duyguları ile dolduran, yaptığı fedakârlığı bile düşünmeksizin vatan uğrunda can ve kan veren askere gönderilecek küçük bir hediyenin önemine dikkati çekti. Zira hediye, bütün bir ulusun; kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, çocuğuyla düşmanı yenmek için birlik olduğunun göstergesiydi. Onlara hem moral verecek hem de gereksinimlerini karşılayacaktı. Yapılması gereken Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ni desteklemekti. Gücü yetenler askerin gereksinim duyduğu pamuklu gömlek, avcı yeleği, çorap, kuşak, eldiven gibi giyecekleri kendi olanakları ile hazırlayıp Cemiyete vermeliydi. Bunları alamayacak olanların da yapacağı işler az değildi. Tanin özellikle “şefkat ve gayretlerini” her zaman göstermiş olan kadınlara seslendi. Cemiyetin elindeki malzemeyi işlemeye çağırdı. Geçimlerini çalışarak kazananlara ise Cemiyet uygun bir ücret verebilecekti. Gazetenin ümidi, ücret karşılığı çalışmak isteyenlerin az olması yönündeydi142.
Bu çağrı, tüm ülkede olumlu yanıt bulurken Gelibolu yarımadasında Eylül ayından itibaren karşılıklı ateşler ve süngü savaşları devam etti. Lağımlar patlatıldı143. Gerek Seddülbahir’de gerekse Anafartalar’da ve Arıburnu’nda Türk topçunun ateşleri ve piyadenin ileri harekâtları ile müttefik kayıpları sürdü. 4 Eylül’de İngilizlerin E7 denizaltısı Çanakkale’de batırıldı. Üç subay ve yirmi beş erden oluşan mürettebatının tümü esir alındı144.
1915 yılı Ekim ayı başında müttefiklerin Çanakkale’de yüz yüze kaldığı bu güç koşullar, ardı ardına gelen yenilgi ve kayıplar Osmanlı Hükümeti’nin zafere olan inancını artırdı. 5 Ekim 1915 tarihli Meclisi Mebusan toplantısına da bu duygu egemen oldu. Meclisi Mebusan Başkanı Halil Bey, yaptığı konuşma ile Çanakkale’nin geçilemeyeceği hakkındaki inancının ve ümidinin gerçekleşmiş olmasından dolayı duyduğu gururu dile getirdi. Savaşın kısa bir tarihçesini yapan Enver Paşa ise Balkan savaşlarından kurtarılabilen “enkaz”ın bir yıl gibi kısa bir sürede toparlandığına ve Türklerin “kendi yağıyla kavrularak” başarıya ulaştığına dikkati çekti. Barış imzalanmadan önce ülke topraklarında tek bir düşman askeri kalmayacağını ve “hatta daha öteye, ilerilere bile gidilebileceğini” garanti etti. Enver Paşa’nın bu düşüncelerini paylaşan Tanin de, savaş alanlarında zafer kazanan silahların, siyasette de nüfuz sahibi olacağını, böylece “şimal denizlerinden Basra körfezine” olan amacın gerçekleşmiş olacağını belirtti145.
Meclis’teki bu zafer havası boşuna değildi. Zira, Alman ve Avusturya-Macaristan ordularının Sırbistan’a saldırması üzerine, 7 Ekim’de General Hamilton ve General d’Amade’ın taburlarının bir kısmı Selanik’e gönderilmişti. Tanin’e göre bu gelişme, İtilâf Devletleri’nin Çanakkale’yi boşaltmalarının başlangıcı, Türk hilâlinin, Türkleri hor gören İngiltere’ye ve Fransa’ya indirdiği müthiş bir darbeydi146. Ajanslar ve gazeteler de müttefiklerin çekilme hazırlıkları içinde olduğunu doğruluyordu. Sokulu gazetesi muhabiri Londra’dan gazetesine çektiği telgrafta, Çanakkale’deki harekâtın “kesin bir hezimetle” son bulduğuna147, İngiliz ve Fransız üst düzey askeri görevlilerinin katılımı ile yapılan toplantıda Sırbistan’a yardım etmek için tek çarenin; Çanakkale taarruzunu savunmaya çekmek, hatta olabilirse büsbütün sonlandırmak ve Çanakkale’de bulunan birliği yola çıkarmak konusunda uzlaşmaya varıldığına dikkati çekti148. Müttefik kamuoylarının Çanakkale’den çekilme düşüncesine hazırlandığını da ekledi149. Çekilme haberleri Avustralya’da da büyük yankı buldu. Çanakkale’de “yüz binlerce” Avustralya askerinin boş yere feda edildiğine dikkati çeken gazeteler, harekâtın yeterli ve gerekli hazırlıklar yapılmadan başlatıldığını iddia ederek sorumluların cezalandırılmasını istedi150.
Gerek müttefik gerekse tarafsız ülke basını, Çanakkale’den çekilme kararına gerekçe olarak müttefiklerin Sırbistan’a yardım etme amaçlarını öne sürüyordu. Tanin bu nedeni benimsemedi. “Osmanlıların demir yumruğu altında şaşalayıp kal(an)” müttefiklerin, Gelibolu’daki “ölüm tuzağından” yakayı sıyırmak için zaten fırsat kolladığına, Avusturya-Macaristan ile Almanya’nın Sırbistan üzerine yürümesi ile uygun zemini bulduklarına işaret ederek151 Türk askerlerinin çekilme gerçekleşinceye kadar da baskını sürdüreceğini belirtti152.
Ekim ayının ortalarına gelindiğinde müttefikler gerek karadan gerekse denizden, bulundukları mevzilerden ateş etmeyi yeğliyordu. Aralıklarla yaptıkları hücum girişimleri ise Türk topçularının ateş menziline girdiği anda durduruluyor ve büyük kayıp verdirilerek geri itiliyordu. Türk piyadeleri ise yaptıkları baskınlarla müttefiklerin insan ve malzeme kayıplarını artırıyor, küçük de olsa geri çekilmelerini sağlıyordu153. 30 Ekim’de Fransızların Turkuaz isimli denizaltısı Çanakkale’de Türk topçularının ateşi ile batırıldı. İki subay ve yirmi dört erden oluşan mürettebatının tümü esir alındı154. Türk topçularının “nişancılıktaki mahareti”nin güzel bir örneği olan Turkuaz kısa süre içinde denizden çıkarılıp İstanbul’a çekildi. On gün içinde onarımı tamamlanan denizaltı için 10 Kasım’da Bahriye Nezareti’nin bulunduğu Camialtı Meydanı’nda bir tören yapıldı. Saat 14.30’da başlayan törende bahriye mızıkası, itfaiye ve donanmadan oluşturulan kıtalar, devlet adamları ve ileri gelenler, bir bölük Alman ve bir bölük Türk askeri hazır bulundu. Başkumandan vekili Enver Paşa, denizaltının yeni isminin yazılı olduğu örtüyü kaldırdı. “Müstehib Onbaşı”. Denizaltıya, onu yaralayarak Türk ordusuna kazandıran Bursa’nın Yenişehir kazasından Necip oğlu Müstehib Onbaşı’nın ismi verilmişti155.
5 Kasımda ise iki ay önce cepheye getirilen E20 isimli İngiliz denizaltısı Çanakkale’de batırıldı. Otuz kişilik mürettebatından üç subay ile altı er esir alındı156. Müttefiklerin gerek Seddülbahir, gerekse Anafartalar ve Arıburnu’nunda ilerleme çabalarlı sonuçsuz kaldı157. 22 Kasımdan itibaren tüm cephelerde karşılıklı ateş sürerken, Çanakkale cephesine gelen Lord Kitchener’de Mondros’ta bir askeri meclis topladı. Atina sefirinin de katıldığı bu toplantıda aldığı bilgiler cepheyi boşaltma kararında etkili oldu158. Toplantıya katılan Fransız Generali Berloyoti de Jurnal gazetesine verdiği demeçte; “ikinci bir Cebelitarık yaratmak amacıyla yapılan Çanakkale seferinin” tamamen sonuçsuz kaldığını belirtti. İstanbul-Berlin yolunun açılması ile büyük bir tehlike ile yüz yüze kaldıklarına dikkati çekerek Seddülbahir’in ertelenmeksizin boşaltılması gerektiğini ve bölgedeki askerin Selanik’e çekileceğini açıkladı159.
Ard arda yapılan toplantılar, yetkili ağızlardan gelen açıklamalar ve basına yansıyan haberler müttefiklerin, harekâtın geleceği konusundaki ümitlerini yitirmeye başladığının göstergesiydi. Buna karşın müttefikler, tüm cephelerde uzaktan donanmasının ateşi ile aralıklı baskılarını sürdürdü.160. Anafartalar’da ve Arıburnu’nda yoğunlaşan bu baskılara Türk ordusu da yeni bir taarruzla yanıt vermek istedi. Hazırlıklarını tamamladı. Ancak saldırı yapacak müttefik birliklerini bulamadı. Müttefikler, 19-20 Aralık gecesi ‘İstanbul’u da etkisine alan yoğun sisten yararlanarak’ bölgeyi boşaltmıştı161. ‘Beş adım ilerisi görülemeyecek derecede’ yoğun olan sisin uzun süre devam etmesi nedeniyle müttefiklerden çok fazla esir alınamamıştı. Müttefikler ancak sis sayesinde “yakasını kurtarabilmişti”. Ele geçirilen sağlık malzemeleri başına da bir nöbetçi dikilmişti162. Boşaltılan bölgelerde, zeminliklerde poker kağıtları, viski bardakları, meyve suyu kutuları ve konserveler bırakılmıştı163. 25 Nisanda Arıburnu’na çıkmış olan müttefikler bu sahilde 229 gün kalabilmişti. Anafartalar’da geçirdiği süre ise 135 gündü. Yitiklerine gelince, İngiltere Başbakanı’nın yaptığı açıklamalara göre yalnız İngiliz kayıplarının miktarı doksan altı binin üzerindeydi. Tanin’e göre ise toplam kayıp iki yüz elli bin civarındaydı164.
20 Aralık 1915 Pazartesi günü öğleden sonra bütün İstanbul’da ağızdan ağza, kulaktan kulağa “düşmanları denize döktük” müjdesi iletiliyordu. Zafer haberine uzun zamandır hazırlıklı olan İstanbul’da bu müjde davullarla duyuruldu. Resmi tebliğleri beklemeyen akşam gazeteleri baskılarını yapınca halk, gazeteleri “kapışmaya” başladı.
“Anafartalarda ve Arıburnu’nda tek bir nefer bile kalmamış, topçularımızın iki gün mütemadiyen devam eden ateşi altında şaşırıp kalan düşman aylardan beri tecrübe ettiği süngünün de parıldamaya başladığını görünce artık kaçmaktan başka çare kalmadığını anlamış, evvelki gece ve sabahleyin İstanbul’u da örten sisten istifade ederek çekilmeğe başlamış. Sis! Düşmanlar ilk taarruzda da bundan istifade etmişler, kaçarken de hep bu sayede kurtulmuşlardır!”
Gazeteleri okuyanlar grup grup bunları konuşuyor, Seddülbahir’de kalan müttefik askerlerinin de yakında aynı akıbete uğrayacağına olan inançla artık “Çanakkale meselesinin bitmiş olduğu” sonucuna ulaşıyordu. Tanin de “kahraman askerlerin düşmana karşı en son darbeyi indirecekler(i)” günü bekliyordu165.
21 Aralık günü İstanbul bayraklarla donatılmıştı. Şehirde adeta bir bayram havası vardı. Yüzler gülüyordu. Halkı, omuzlarındaki yükün birden bire kalkıvermesine benzeyen bir rahatlama duygusu kaplamıştı166. Ulusal ajans aracılığı ile tüm yurda duyurulan zafer haberi halkı sevince boğdu. Edirne’de Alman ve Avusturya-Macaristan konsolosları valiyi ziyaret ederek tebriklerini sundu. Belediye başkanı ise Edirne halkı adına Enver Paşa’ya kutlama telgrafı çekti. Aynı gece Edirne’de fener alayı düzenlendi. Alay, Avusturya konsoloshanesine giderek teşekkürlerini sundu. Eskişehir’de her yer donatıldı. Şenlikler yapıldı. Akşamüzeri İdadi, Turan Numune Mektebi ve diğer okullarla birlikte, izciler ve halkın katılımı ile fener alayı düzenlendi. Mızıkanın çaldığı marşlar ve öğrencilerin söylediği vatan şarkıları ile tüm şehir dolaşıldı. Zafer, bayraklarla donatılan Trabzon, İzmir ve İnegöl’de de fener alayları ile kutlandı167.
Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya kaldığı savaşta en yaşamsal önemi Çanakkale ve Gelibolu cephesine verdiğine dikkati çeken Tanin, “son perdenin” açılmış olmasından dolayı mutluydu. Zafer Türklere, dünyada onurlu bir yer açmıştı. Müttefikler, Çanakkale harekatına girişmemiş olsaydı, bu haklı saygınlık kazanılamayacaktı. Çanakkale’den başka herhangi bir cephede elde edilecek maddî kazançlar ne kadar büyük olursa olsun manevî etkileri çok sönük kalacaktı. Oysa Çanakkale’deki sonuç, Kafkasya ve Mısır’da elde edilecek olanlardan çok daha fazla manevî bir etki yaratmıştı. Türklerden ve silah arkadaşlarından başka herkesin, İstanbul’a girileceği iddia edilen on beş günlük sürenin sonunu beklediği, müttefiklerin bu sonuçtan son derece emin olduğu, üzerine Türkçe “yüz yirmi kuruş gümüş akçe” damgasıyla özel banknotlar hazırlayarak gemilerdeki tayfalara, yarımadaya çıkarılan askerlere İstanbul’da kullanmaları için dağıttığı göz önüne alındığında bu zaferle yalnız bütün savaş kazanılmakla kalınmamış, gelecek için “her türlü fütuhatın manevî temelleri” de atılmıştı168. Osmanlı tarihi, İngiliz ve Fransızların “çamurlu bir alınla, şark kapılarından kovuldukları” yeni bir gün kazanmıştı. İstanbul’un fethi tarihte nasıl yeni bir devir açmışsa, savunulması da bir başka dönemin başlangıcı olmuştu. On ay devam eden mücadelede her gün Türkiye için ayrı bir zaferdi. Zira her başarısızlığı ile “kuduran”, İngiliz asilzadelerinden, Fransız sosyalistlerinden, Afrika’nın “yamyamlarından”, Hint Mecusilerine kadar dört bir yandan asker toplayan, zehirli gazları yeterli görmeyip, dom dom kurşunu atarak “vurduğunu öldürmeye azmeden” müttefikler, Türk’ün göğsünde paralanmıştı. Bu gün o göğüs ne kadar yükseltilse yeriydi. Zira hiçbir ulus, Türkler kadar “sabır”, “metanet”, “mukavemet” göstermemişti. Anafartalar’da başlayan zafer dalgası, yarın Seddülbahir’i “sonra ötesi(ni), bir kere daha ötesi(ni); Osmanlı bayrağının şanlı dalgalarını kucaklamak için açılan ülkeler(i)” saracaktı169.
Zafer, İttifak Devletleri arasında da yankı buldu. Hemen tüm Alman gazeteleri Çanakkale’den çekilişin İngiltere’nin bütün dünyada nüfuz ve saygınlığına bir darbe vurduğu kanısındaydı. İngiltere, Müslüman bir devlete yenilmiş olmasının etkisini sömürgelerinde hissedecek, Gelibolu’daki askerî hezimet daha büyük siyasal bir hezimetle son bulacaktı. Türkiye ise bu savaşta, artık genel saldırı konusunda da etkili olabileceğini kanıtlamış, başlanmış olan yeni binasını tamamlamak için maddî ve manevî temeli oluşturmuştu. Alman basını, boşaltma işleminin Avam Kamarası’nda alkışlarla karşılanmasını da ciddiyet dışı buldu170.
Viyana gazeteleri Çanakkale’de müttefiklerin son hesaplarının görüldüğü kanısındaydı. Buna karşı elde edilen başarıyı Berlin-Viyana-İstanbul yolunun açılmasına ve Türkiye’ye aktarılan askerî malzemeye bağladı171.
Müttefiklerin İstanbul’u kısa sürede ele geçireceğine herkesin inandığına, hatta Fitzmaurice’in bile İstanbul’a vali sıfatıyla gitmek üzere yol çantası hazırladığına dikkati çeken Bulgar gazetesi, Çanakkale’den çekilecek Osmanlı ordusunun Süveyş’e yürümesine hiç kimsenin engel olamayacağını ve zaferin İslâm dünyasını etkisine alacağını düşünüyordu. İngiliz nüfuz ve onurunun “zir-ü zeber” olacağı kesindi172. Kampana gazetesi ise “Çanakkale Firarı” başlığı altında ‘İstanbul’a doğru arslan gibi hareket edip kedi gibi firar’ eden müttefiklerin Çanakkale’yi üç nedenle boşalttıklarına dikkati çekti. İlki, Çanakkale harekatı önceden iyice düşünülmüş bir plâna sahip değildi. İkincisi, Viyana ve İstanbul yolunun açılması üzerine Mısır’a karşı yapılacak saldırı tüm dehşeti ile İngilizlerce anlaşılmıştı. Üçüncüsü, Selanik’e yardım etmek gerekiyordu173.
Müttefiklerin Anafartalar ve Arıburnu’ndan çekilmesi ile birlikte İngiliz basını da hükümete yönelik eleştirilerle sesini yükseltmeye başladı. Çanakkale savaşlarının 9 Kasım’a kadar subay ve er olmak üzere 106 bin ölüye mâl olduğuna, 90 bin askerin savaş dışı kaldığına ve bu harekât için 200 bin kişinin feda edildiğine dikkati çeken gazeteler sorumluların cezalandırılmasını istedi174. Times gazetesi, “Gelibolu hezimeti”ni İngiltere’nin o güne dek karşı karşıya kaldığı hezimetlerin en büyüğü olarak değerlendirdi. Daily Mail ise çekilmeyi, hükümetin Gelibolu seferini başlatmakla yaptığı hatayı anlamış olduğunun bir göstergesi olarak yorumladı175. İsveç basını ise çekilmenin İslâm dünyasına büyük etkisi olacağını ve İngiltere’nin dünyadaki saygınlığını zedeleyeceğini düşünüyordu176.
Tanin’e göre, zaferin dışarıdaki yankıları ülkedekine oranla çok daha büyüktü. Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan basını Türk kahramanlığını ve azmini takdir ediyordu. Zafer “alelade önümüze çıkıvermiş bir düşmana karşı kazanılmış bir şey değil, belki de bizim tarihî ve en kuvvetli düşmanlarımıza karşı indirdiğimiz darbedir” diyen gazeteye göre, bu zaferle yalnızca Fransa ve İngiltere yenilmemiş, boğazların tarihsel düşmanı Rusya da devrilmiş, Büyük Petro’nun vasiyeti sonsuzluğa gömülmüştü. Buna karşın zafer olumsuz etkilerini en çok İngiltere’de gösterecekti. Gelibolu’da Türk askeri, Doğu uluslarının yenilmez zannettikleri İngiltere’nin yalnızca inadının değil modern araçlarının da işe yaramayacağını göstermiş, “kendi azmiyle kendini kurtaran Türk” diğer “mazlumlar” için de örnek olmuştu. Çanakkale zaferinin en önemli etkisi de bu olacaktı177.
Tanin, İngilizlerin, Anafartalar ve Arıburnu’ndan pek az kayıpla geri çekilmelerini bir başarı olarak göstermelerine de karşı çıktı. Türkler, İngilizler gibi savaşın insanî ve hukuksal kurallarını ayaklar altına almadığı için müttefikler kayıp vermemişti. Zira, müttefikler çekilirken de Kızılhaç bayrağının gölgesine sığınmıştı. Buna karşın Türkler, Kızılhaç bayraklarına hürmet etmiş ve nakliyeyi ateşle taciz etmemişti. İngilizler, çekilmelerindeki temel başarıyı Kızılhaç işaretlerine borçlu olduklarını asla unutmayacak ve “bu işaretin kırmızı aksi daima yüzlerine çarpacaktı..”178.
Denizden yapılan girişimin sonuçsuz kalması üzerine karadan çıkarma yapma kararı alan müttefikler, 25 Nisan sabahı, savaş gemilerinin koruması altında Gelibolu yarımadasının batı sahilinde Sığındere’ye ve Kabatepe batısında Arıburnu ve Tekkeburnu civarlarında dört noktaya ve Kumkale’ye asker çıkardılar. Önemli gördükleri bölgeleri savunmak, Türk güçlerini sıkıştırmak ve destek almasını önlemek amacıyla yapılan bu girişim Türk süngüleriyle başarısız oldu. Fransız Jurnal gazetesi de River Clyde vapurundan karaya çıkan altı bin müttefik askerinin siperlerde gizlenmiş olan Türkler tarafından “cehennem ateşi” ile karşılandığına ve destek birlikleri gelinceye kadar bu vapurun korumasında, bulundukları yerlerde çakılı kaldıklarına dikkati çekiyordu63. Tanin’e göre, 25 Nisan çıkarmasının sonucu 18 Marttan bile ağırdı. Türk askerinin Gelibolu yarımadasında elde ettiği bu zaferin değerini ancak tarih verecek, “hayret ve takdir ile titreyen dudaklarından” yalnız “mucize!” kelimesi dökülecekti64.
Seddülbahir’in kuzeyinde Sığındere’ye çıkmış olan müttefik askerleri 26 Nisan sabahı sahili terk etti. Aynı cephede Alçıtepe’yi ele geçirmek üzere yaptıkları saldırı da Türk süngüleri ile kırıldı65. 26 Nisan’da Kabatepe ve güneyine yapılan yeni bir girişim de sonuç vermedi. Kabatepe’de “dört liva” asker denize döküldü. 28 Nisanda Anadolu sahili müttefik askerlerinden tamamen temizlendi (Birinci Kirte Muharebesi)66. 29 Nisanda Çanakkale’den geçmek isteyen İngilizlerin E15 denizaltısı batırıldı. Mürettebatından bir kısmı esir alındı67.
Beş gün süresince Arıburnu civarında yerleştiği dar alanı genişletmek için ileri harekât girişiminde bulunan müttefikler, Türk askerinin 3 Mayısta başlattığı karşı saldırı sonucunda “yalçın kayalı dereler içine” atıldı ve sahile doğru sürüldü. 3 Mayıstan sonra Seddülbahir ve Arıburnu’nda düşman yeni güçlerle desteklenerek yerleştiği alanı genişletme girişimini sürdürdü. Ancak, sonuç alamadı68. Kabatepe’de de daha kıyıya çıkmadan büyük kayıplar veren müttefiklerin başarısızlığı Atina da bile büyük yankı buldu. Venizelos taraftarı gazeteler müttefiklerin uğradığı büyük yenilgiyi ve kayıklara kaçışını sütunlarına taşıdı. Times gazetesi Osmanlı ordularının mükemmel idare edildiğine dikkati çekti. Mücadeleyi, Plevne kahramanlığına benzetti. Türklerin, Avrupa’daki Osmanlı toprağı için mücadele ettiklerini iddia etti69. Müttefik orduları komutanı General Hamilton’un beş ay sonra yayınladığı rapora göre 25 Nisan’dan 5 Mayıs’a kadar süren harekâtta karaya çıkarılan müfrezelerin yarısı savaş dışı bırakılmıştı. Türk mitralyözleri bilimsel bir şekilde yerleştirilmiş ve müttefik askerleri “oraktan geçirilircesine” şiddetli bir ateşle karşı karşıya kalmıştı. 5 Mayıstaki kayıp; subaylardan 177 ölü, 412 yaralı, 13 kayıp; neferden 1990 ölü, 1707 yaralı, 3570 kayıp olmak üzere toplam 13.979’du70.
6-8 Mayıs arasında Seddülbahir cephesinde Alçıtepe’yi ele geçirmek amacı ile yapılan müttefik saldırıları da Türk askerinin karşı saldırıları ile kırıldı. (İkinci Kirte Muharebesi). Müttefik ordusunun; İngilizler, İskoçyalılar, İrlandalılar, Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar, Gurkalar, Sihler, Pencaplılar, Fransızlar, Gombalar ve Senegallilerden oluştuğuna dikkati çeken Times gazetesinin Mondros muhabiri üç gün süren bu savaşları “milletler muharebesi” olarak değerlendirdi. Kayıpların büyük olduğuna dikkati çekti. Saldırı başladığında Türkler önce gizlendikleri, müttefik askerleri karaya çıkıp ilerlediği anda ateşe başladığı için müttefik kayıplarının artığını savladı.
Müttefik kayıpları Mayıs ayı boyunca sürdü. 13 Mayıs sabahı Morto limanında bulunan Goliath, Muaveneti Milliye torpido muhribi tarafından batırıldı71. Aynı gün Seddülbahir’de Fransız Şarl Martin72, 17 Mayısta ise Albion zırhlıları yaralandı73. 25 Mayısta Arıburnu önünde Triumph74, 27 Mayısta ise Seddülbahir önünde Majestic zırhlıları Alman denizaltıları tarafından batırıldı75. Karada ise Türk topçuları ve Anadolu bataryalarının baskıları müttefikleri bulundukları mevzilere kilitledi.
Boğaz önünde, sahilin karşılıklı dar parçasında çabalayıp duran müttefikler, Türk askerinin direniş ve savunması karşısında adeta kırılıyordu. Artık İngiltere ve Fransa da bile herkesin hakkını verdiği gerçek, Çanakkale’nin ele geçirilemeyeceği idi. “Koca bir müttefik ordusu Çanakkale’de erimiş gitmiş”, Şubat ayından bu yana “hüsran” ve zarardan öte bir sonuç elde edilememişti. İngilizleri en çok kızdıran ise “dört günde işi görülecek zannedilen şu miskin Türkün bu kadar büyük harikalar göstermesi” idi. Oysa, Boğazlar gerçek gücünü daha göstermemişti. Bu da yakındı76. Goliath’ın ardından Triumph ve Majestic zırhlılarının da Çanakkale sularına gömülmesi, Türk-Alman ittifakının Çanakkale önündeki başarısıydı. Bu “silah arkadaşlığı” daha büyük sonuçlara gebeydi. Çanakkale’yi geçmek, “Çanakkale istihkâmatını hâk ile yek-sân etmek”, İstanbul’u almak için gelen bu gemilere vurulan darbe “asûmandan inmiş bir ders”ti. İtalya’nın kendilerine katılması ile sevinen müttefiklere bu darbe ile sonucun değişmeyeceği gösterilmişti. Meclis’te “Çanakkale İngiliz donanması için bir mezar olacaktır” diyen Mebusan Reisi Halil Beyin öngörüsü gerçekleşiyordu. Ancak, sadece donanmaya değil, “koskoca” bir orduya mezar oluyordu77. Nitekim, İngiliz resmi tebliğleri de Türk mevzilerinin ele geçirilmesinin “zor bir iş” olduğunu itiraf etmeye başlamıştı78. Daily Telegraph’a göre sahilin en küçük ve göze görünmeyen bölgelerini “kilitli top” ve mitralyözle donatan Türkler, karaya asker çıkarmak üzere sahile yanaşan donanmayı “bir ateş kasırgası ile” karşılıyordu. Bu ateşin etkisinden kurtulmak için gemilerin sahile yanaştırılmasından vazgeçilerek nakliye gemilerinin sığ bölgelerde karaya oturtulması ve askerin bu şekilde karaya çıkarılması kararı da olumlu bir sonuç vermemiş, aksine büyük yitiklerle sonuçlanmıştı. Üstelik Türk topları, toprak altındaki yolları kullanarak mevzilerini sürekli değiştiriyor, bu nedenle müttefik topları etkili olamıyordu79.
Çanakkale’den gelen son haberlerin müttefiklerin amaçlarına ulaşmak konusundaki ümitlerini kırdığına dikkati çeken Tanin, müttefik kayıplarının Flander’da verilenden daha “vahim” olduğunu, ellerinde açık bir koydan başka bir şey olmadığını, çıkış noktası yapılacak bir limanları bulunmadığını, özellikle Alman denizatlılarının görünmesinden sonra oldukça zor bir durumda kaldıklarını belirtti80. Morning Post, Türk ordusunun zannedildiğinden çok daha yetenekli olduğunu81, Jurnal gazetesinin Çanakkale muhabiri ise “Türk askerlerinin Balkan muharebelerinden beri askerlikte fevkâlade terakki ettiklerini” düşünüyordu82. Amerikalı bir gazeteci de Çanakkale’deki incelemelerinin ardından Daily Telegraph’a yazdığı makalede bu konuya dikkati çekti. Gelibolu yarımadasında “her bayır(ın) bir manga, her tepe(nin) bir kale” olduğunu vurgulayan gazeteciye göre, Türklerin askerî gücü, müttefiklerin iki katıydı. Balkan savaşında Türk askerinin “bir işe yaramadığı” gerçeği göz önüne alındığında Türk askerinin sayıca üstün olmasının bir anlamı olmamalıydı. Oysa bu kez Türkiye’de askerî yaşama ait her şey “mükemmel”di. Buna karşın İngiliz askerî harekâtı oldukça zor bir mevzi ve çıkış noktalarından idare edilmekteydi. Savaşı zora sokan etkenlerin başında su azlığı, ulaşım ve nakliye güçlükleri geliyordu. Temmuz ve Ağustos aylarında su daha önemli bir sorun olacaktı. Müttefiklerin kara çıkarmasından elde ettiği küçük başarıların da ancak donanmanın gücü ile olabildiğine dikkati çeken gazeteci, müttefiklerin harcadığı mühimmat karşısında Türk kaybının son derece az kaldığını da vurguladı. Örneğin Queen Elizabeth’in attığı yüzlerce mermiden yalnızca on tanesi Türk mevzilerine düşmüştü83.
Kayıpların büyüklüğü müttefikleri kısa süreli bir sessizliğe itti84. Bunda müttefiklerin asker ve malzeme eksikliği de etkili oldu. Haziran başlarında İngiliz askerî yetkilileri de bu eksiklikleri dillendirmeye başladı. Mühimmat sorunu ile Lord Kitchener, Lloyd George hatta bizzat fabrikaları gezen Kral yakından ilgileniyordu. Çanakkale’deki asker yoksunluğu adalı Rumlardan paralı asker kaydı yapılarak giderilmeye çalışıldı. Ne var ki, Yunanistan’da Gunaris kabinesi “ölüm tuzağı” olarak nitelediği Gelibolu’da, Rum gönüllülerin “kırılmasına” izin vermedi. Adalardaki memurlara gönderilen emirlerle gönüllü kayıtlarının durdurulmasını istedi85.
Bununla birlikte sömürgelerinde aldığı destekle eksikliklerini gideren müttefikler, 4 Haziran sabahı Seddülbahir’de geniş çaplı bir saldırı hareketini başlattılar. Muharebeler, Türk askerlerinin de karşı saldırıları ile iki gün boyunca sürdü. 6 Haziran’da gündoğumu ile Türk süngüsü yeni bir zafer kazandı.(Üçüncü Kirte Muharebesi)86. Zaferdi, çünkü müttefikler uzun bir süre hazırlanarak yine büyük ümitlerle saldırıya geçmişti. Ancak, “halife-i zi-şânın arslan yürekli” askerlerince bu saldırı da boşa çıkarılmıştı. Tanin, saldırının önceden tahmin edildiğine dikkati çekti. Zira, Akdeniz’de, adalarda, Boğaz önlerinde gücünü hissettiren Alman denizaltıları, müttefiklere ilk darbeyi indirdiğinde İngiltere, Fransa ve Rusya’da büyük bir endişe ve öfke uyanmış, korku başlamıştı. Ancak, İngiliz Hükümeti’nin Boğazları terk edip gitmesi ya da boş durması olanaksızdı. Saldırı bu nedenle başlatılmıştı. Ne var ki “berrak yaz gecelerinin müphem karanlıkları arasında parlayan Osmanlı süngüleri düşmanın korkak taarruzunu” bir kez daha boşa çıkarmıştı. Tanin bu son saldırının sonuçlarının “pek hayırlı” olacağı kanısındaydı. Gerek tarafsız devletlerin, gerekse Üçlü İtilafa yakın olanların özellikle Bükreş gazetelerinin yorumlarında, İngilizler için Boğazlarda tutunmanın olanaksızlığı açıkça dillendiriliyordu. Bir hafta önce İngiliz gazeteleri ya boğaz harekâtından vazgeçmek ya da bu işi hızla bitirmek gibi iki seçenek sunarken, alınan yenilgiler bu işin hızla bitirilmesinin olanaksız olduğunu ortaya koymuştu. Zira “Çanakkaleyi müdafaa eden mertler düşmana bir avuç toprak bile vermemeye ahd etmişlerdi”, İngilizler için yapıp yapmamakta özgür oldukları tek bir seçenek kalıyordu: “o da def olup gitmek(ti)”87. Türk Orduları Kumandanı Liman von Sanders’e göre ise İngilizler, Türk askerinin savaşçı yapısını yeterince takdir edememiş, karşılarında Balkan savaşındaki Türk birlikleri bulunduğunu zannederek büyük bir “gaflete” düşmüştü.
Müttefiklerin kayıp ve yaralı sayısı günden güne artarken, Kahire ve İskenderiye’deki tüm hastaneler yaralılarla dolup büyük oteller ve kışlalar da hastaneye dönüştürülürken88. Türk topçusunun baskısı da giderek artıyordu. Haziran ayı boyunca, gerek Arıburnu’nda, gerekse Seddülbahir’de yaptıkları saldırılarda önemli yitiklere uğrayan müttefikler89, 13 Hazirandan itibaren Arıburnu cephesinde kötü kokulu gaz yayan patlayıcı maddeler kullanmaya başladı90. Seddülbahir’de ise donanmasıyla Türk mevzilerini önce aralıklı ardından sürekli olarak bombaladı91. Ardından da aldıkları destek birlikleri ile 21 Haziranda geniş çaplı bir taarruza giriştiler. Sabah saat 05.00’de donanma dakikada yüz elli mermi atarak ateşi şiddetlendirdi. Piyadeler ise saldırıya geçerek Türk siperlerinden bir kısmını ele geçirdi. Müttefiklerin gece yarısına kadar “inatla” ve tekrar tekrar yinelediği saldırılara 21-22 Haziran gecesi ve 22 Haziranda gerek bu cephedeki Türk birlikleri, gerekse Anadolu sahil bataryalarının gülle yağmurları ile aynı şiddette yanıt verildi. Siperler sürekli el değiştirdi. Akşama doğru müttefiklerin elinde yüz metrelik bir siper kalmıştı. 22-23 Haziran gecesi Türk piyadelerinin yaptığı baskınla bu parça da geri alınarak müttefikler çıkış mevzilerine geri püskürtüldü. Zafer Türk askerinindi92. Aradan geçen beş gün süresince gerek yaralı taşıyan hastane gemilerinin çokluğu, gerekse savaş alanından kaldıramadıkları ölü yığınları dikkate alındığında müttefiklerin 21 Haziran muharebesinde (Birinci Kerevizdere Muharebesi) kayıplarının yedi binin üzerinde olduğu tahmin ediliyordu93.
23 Hazirandan itibaren her iki cephede karşılıklı top ve piyade muharebeleri yapıldı ise de müttefik topçularının Türk siperlerine zarar vermek için harcadığı çabalar sonuç vermedi94. 27-28 Haziran gecesi Seddülbahir’deki Türk mevzilerini bombaladıktan sonra 28 Haziran sabahı saat 9.40’ta başlattıkları ileri harekât da Türk piyadesinin karşı saldırıları ile geriye atıldı. Müttefikler, iki hat siperlerini yitirdi. Anadolu bataryaları da verdiği destekle müttefiklerin çekilmesinde etkili oldu. Türk uçakları da Seddülbahir’de müttefiklere ait balon alanlarına attığı bombalarla zaferde pay sahibi oldu (Sığındere Muharebesi)95.
Müttefiklerin gerek 29 Haziranda Seddülbahir’deki saldırılarını tamamlamak amacıyla yaptığı hücum, gerekse 29-30 Haziran gecesi Arıburnu’nda Türk merkez siperlerine yapmak istediği saldırı da kanlı bir şekilde durduruldu96. Temmuz ayının ilk günlerinde Arıburnu’ndaki tek hareketlilik müttefiklerin hastane gemilerine yaptıkları yaralı nakliydi. Yaralılar, çatana ve mavnalarla üç büyük gemiye nakledilirken bu gemilere, üzerinde Kızılhaç işareti olmamasına karşın Türk tarafından ateş edilmedi. Seddülbahir’de ise karşılıklı siper savaşları sürdü97. Yenişehir üzerinde uçan müttefik uçaklarının attığı bombalar ise Türk mevzilerine zarar veremedi98. Müttefikler her iki cephedeki başarısızlıklarını Arıburnu cephesinde yeşil gaz yayan şarapneller endaht ederek ya da sivil yerleşime açık kasaba ve köyleri karadan ve havadan bombalayarak gidermeye çalıştı99. Türk hatlarını yarmak için yapılan saldırılar da müttefiklerin ağır kayıpları ile sonuçlandı. Öyle ki yaralıların taşınmasına iki nakliye gemisi yeterli gelmemişti100.
Türk ordusunun müttefiklere karşı elde ettiği bu üstünlük bölgedeki yabancı gazetecilerin gözünden kaçmadı. Daily Telegraph’ın İstanbul muhabiri, gazetesine gönderdiği mektupla Türk askerini başarıya götüren nedenleri betimledi. Nara istihkamında Kumkaleye kadar bütün sahilin Türkler tarafından olağanüstü bir şeklide berkitildiğine, 18 Marttan bu yana her noktayı büyük bir beceriklilikle savunduklarına, bataryalarını ustalıkla gizlediklerine, boğaz bataryalarının önündeki suları bol mayınla döşeyerek donanmanın ilerleyişini önlediğine, her ilerleme girişimini mitralyözlerinin ateş yağmuru ile karşıladığına dikkati çekti. Buna karşın müttefik askerinin araziyi tanımadığını ve Anadolu yönünde yerleştirilen bataryaların gücünü vurgulayarak harekâtın müttefiklerden daha çok özveri beklediğine işaret etti101. Bölgede bulunan bir Amerikalı gazeteci de müttefiklerin, Türk askerinin etkili ateşleri kadar susuzluk ve sıcakla mücadele ettiğini, sıcakların özellikle beyazları etkilediğini, su kaynaklarının kurumaya yüz tuttuğunu, depoların ise Türk ateşleri ile kullanılamaz duruma getirildiğini belirtti102. Müttefik ordusunun çok kayıp vermesinin nedeni yalnızca Türk ateşi, su yokluğu ve sıcak değil bizzat müttefiklerin kendisiydi. Müttefik topçusunun ateşleri kendi siperlerine düşüyordu103.
Türk askerinin başarısı Viyana sefiri Hüseyin Hilmi Paşanın basına verdiği demece de yansıdı. Türkiye’nin savaşın sonucu hakkında beslediği ümitlerin, müttefiklerin savaşın başında beslediği ümidin çok üstünde olduğunu söyleyen Hüseyin Hilmi Paşa, başarıdan hiçbir endişeleri olmadığına, bu koşullarda tarafsız Balkan devletlerinin önünde, ya Türkiye’nin yanında yer almak ya da savaş sonuna kadar tarafsızlıklarını korumak seçenekleri bulunduğuna dikkati çekti104. Oysa aynı günlerde İngiliz ve Fransız gazeteleri İstanbul’dan “Türklerin kovulacağı” iddiasını sürdürüyordu. Tanin, Türk askerinin başarıları karşısında bu iddiaların sürmesine ve kamuoylarının bu tür haberleri inanarak okumalarına anlam veremedi. İngiliz gazetelerinin, bir yandan on-on beş gün içinde Çanakkale’nin ele geçirileceğine işaret etmesi öte yandan Hükûmetin, Rusya’ya Arkanjel yolu ile mühimmat nakletme kararını alması ve yüklemenin yapıldığını duyurması da “büyük bir çelişki” idi. Oysa, müttefiklerin “beğenmedikleri Arkanjel tarikini şimdi ihtiyara mecbur olmalarının sebebi Çanakkale’de tepelerine Osmanlı yumruğunun inmesinden başka bir şey değildi.!” Müttefikler, Rusların Galiçya’daki yenilgisini bölgeye biran önce yardım ulaştırarak telafi edebileceklerinin farkındaydı. Çanakkale’den ümidi kestikleri için de Arkanjel limanını kullanmayı yeğlemişlerdi. Türkiye ise Boğazları kapalı tutarak Rusları askerî malzemeden, İngiltere ve Fransa’yı gereksinim duyduğu buğdaydan yoksun bırakmıştı. Böylece,“insaniyet ve medeniyet düşmanı” olan “Mokof ejderi” savunmasız, İngiltere ve Fransa da çaresiz kalmıştı. Müttefiklerin tarafsız devletlerin kamuoylarını kendi lehlerine çevirmek için her türlü yola başvurmaları da onların “aczinin” göstergesiydi105.
Müttefikler her ne kadar Rusya’ya kısa sürede ulaşmanın yollarını aramaya başladıysa da bu arayış, Çanakkale’de ilerleme isteklerini durdurmadı. 12 Temmuz sabahı hem Arıburnu’nda hem de Seddülbahirde oldukça şiddetli top ve tüfek ateşinin korumasında piyadelerini ileri sürdü. Ancak, karşı ateşle her iki cephede de çıkış noktalarına geri dönmek zorunda kaldılar106. 13 Temmuz günü sabah ve öğleden sonra Seddülbahir’de Türk mevzilerine saldırılarını yinelediler, fakat karşı saldırı ve ardından gelen süngü savaşları sonucunda eski yerlerine geri atıldılar (İkinci Kerevizdere Muharebesi). Kaçmayı başaramayan on dört İngiliz, esir alındı. Anadolu sahil bataryaları ise ateşleri ile müttefik ilerleyişini destekleyen torpidoları kaçırmayı başardı107. 18 ve 23 Temmuzda Seddülbahir’de Türk siperlerine yapılan iki hücum girişimi de sonuçsuz bırakıldı. Müttefik askerlerinin hemen tümü süngüden geçirildi. Kimi Fransız askeri de esir alındı.108.
Müttefik ordusunun üst üste uğradığı yenilgiler ve verilen kayıpların büyüklüğü karşısında Times, harekâtta yapılan hatalara dikkati çekerek, sorumlu bulduğu General Ian Hamilton’un görevden alınmasını istedi109 İtalyan gazeteleri de Türklerin morallerinin son derece yüksek bulunduğuna, müttefiklerin boş yere ümit beslememeleri gerektiğine, ordunun verdiği kayıpların ise boşuna olduğuna dikkati çekti110. Gelibolu yarımadasındaki “kayalara” saldırmanın “cinnet” olduğu kanısında olan bir Amerikan gazetesi de İngilizlerin; Avustralyalıları “mermi ve kurşun yağmuru altında erittiği(ni)” düşünüyordu111.
Tanin ise “Paskalya’da” İstanbul’da olacaklarını söyleyen ve 20. yüzyılın en gelişmiş savaş araçlarını kullanan müttefiklerin “üç koca ay” sonunda hiçbir başarıları olmadığını vurguladı. Olamayacağını iddia etti. İngiltere ve Fransa’nın Doğu’da dillere destan ünlerine Çanakkale’de bir darbe indirilmişti. O güne değin Avrupa baskısı altında ezilerek içerde ve dışarıda hareket özgürlüğünü yitiren Türkiye, Çanakkale’de müttefik ordularını denize döktükten, donanmasını denizin dibine gömdükten sonra özgürlüğünü yeniden kazanacak, Çanakkale, Fransız ve İngiliz basınında yalnızca “bir kabus” olarak anılacaktı. Yenilgi ve başarısızlıklarını ne kamuoylarından ne de dünyadan gizleyemeyen bu devletler aslında Çanakkale girişiminin kendileri için utançla sonuçlanacağının çoktan farkına varmışlardı. Ancak, çekilmek onlar için acizlik göstergesi olacağından, sömürgelerdeki Müslüman kanını akıtmak pahasına, başarı için “çalışıyormuş gibi” görünmeye devam edeceklerdi. Tanin, başarının hilafet merkezini savunan Türk ordusunda kalacağı inancındaydı. “İster karadan, ister denizden ve ister gökten, ister yerin ve denizin altından hücum etsinler”, Türk “yumruğu” her yerde kendilerini karşılayacak ve tepelerine inecekti112.
Müttefiklerin aleyhine gelişen askerî harekât Hindistan kamuoyunda da olumsuz etkisini göstermeye başlamıştı. Halk ayaklanmış, pek çok İngiliz öldürülmüş, İngiliz mağazaları yağmalanmıştı113. Çanakkale’deki askerleri arasında dizanteri ve hummanın yayılması da müttefikleri, kamuoyları önünde güç durumda bırakıyordu114.
Temmuz sonlarına doğru Türk ordusunun baskısı iyice arttı115. 26 Temmuzda Fransızların Maryot denizaltısı Çanakkale Boğazı’nda batırıldı ve mürettebatından 31 kişi esir alındı116. 31 Temmuz’da müttefiklerin Arıburnu’ndaki yoğun ateş ve lağım baskının ardından ilerleme girişimi büyük kayıpla sonuçsuz bırakıldı. Bozcaada’daki müttefik uçak hangarı ise bir Türk uçağı tarafından bombalandı117. Müttefikler bu baskılara 3 Ağustos’ta Ezine’deki118 ve Ağaderesi mevkiindeki hastaneleri bombalayarak yanıt verdi119. Zehirli gaz yayan mermiler kullanmayı sürdürdü. 6 Ağustos’ta Arıburnu’nda gemi ve kara topları ile Türk sol taraf siperlerine yoğun ve sürekli ateş açtıktan sonra hücum kolları ile bu siperlere saldırdı. Siperlerden bir kısmına girmeyi başardı. Akşamüzeri Türk karşı saldırısı siperlerin bir kısmını yeniden Türk tarafına kazandırdı (Kanlısırt Muharebesi). Seddülbahir’de aynı gün saat 14.00’te Sığındere güneyindeki Türk siperlerine karşı saldırıya geçen müttefikler, Türk ileri hatlarındaki bazı siperleri ele geçirdi. Akşama doğru Türk askerinin karşı saldırısı ile tüm siperler geri alındı. Esirlerin verdiği bilgilere göre saldırıya katılan müttefik alaylarının ikisinde ancak otuz-kırk kadar asker sağ kalabilmişti120.
Müttefik ordusu, 6-7 Ağustos gecesi Gelibolu’ya hakim bir konumda bulunan Kocaçimen tepesini ele geçirmek ve buradaki Türk mevzilerini arkadan kuşatmak istedi. Kuvvetlerinden bir kısmını Saros Körfezi’nin kuzeyinde Karaçalı civarına, geri kalanını da Arıburnu’nun kuzeyinde iki mevkide karaya çıkardı. Karaçalı’ya çıkarılan müttefik askerlerinin tümü püskürtüldü. Buna karşın Arıburnu’nun kuzeyine çıkan birlikler 7 Ağustos’ta donanmanın koruması altında ilerledi. Ancak akşamüzeri müttefikler “hiç beklemedikleri bir zamanda” Türk askerinin “müthiş bir yumruğunu yiyerek” bulunduğu hattan geri çekildi121. 8 Ağustos’ta ard arda yaptıkları taarruzları da sonuçsuz kaldı122 9 Ağustos günü Arıburnu’nun kuzeyinde giriştikleri saldırı da büyük kayıp verdirilerek kırıldı. Dördü subay olmak üzere elli esir alındı123. Aynı gün sabahın ilk ışıkları ile Anafartalar’da saldırıya geçen Türk askerleri, yapılan süngü savaşları sonunda büyük bir zafer kazandılar (Birinci Anafartalar Muharebesi). Resmi tebliğlerde Anafartalar’la ilgili bilgi yer almadı. Tanin ise 9 Ağustos zaferi ile ilgili bilgileri çok sonra sütunlarına taşıdı.
Tanin’in Çanakkale Muhabiri 9 Eylül 1915 tarihiyle Anafartalar cephesinden gönderdiği mektupla zaferi, muharebelere bizzat katılan bir askerin ağzından verdi. Asker muharebeler sırasında Arıburnu’nda “beş bin Türkle yirmi beş bin İngilizi perişan ederek düşmana ilk darbeyi vurmak şerefini kazanan kumandanın ismiyle yad edilen tepeceğin ilerisinde” bulunmuştu. İzlenen strateji; düşmanı kendilerine doğru çektikten sonra kesin bir darbe vurmaktı. Bu nedenle müttefikler bir gece ilerlemeyi başarabilmişti. Taarruz öncesi komutanlar sürekli haberleşiyor, Garp komutanı fırka komutanlarına takviye birlikleri göndereceğini söylüyordu. Durum son derece nazikti ki müttefiklerin Kocaçimen’e çıkmak istediği haberi geldi. Kocaçimen tepesi yarımadanın her noktasına egemen bir konumda bulunduğu için çok önemliydi. Vakit gece yarısını geçiyordu. Kumandan, fırkanın ve alayların bulunduğu mevki hakkında olabildiğince açık ve ayrıntılı bilgi aldıktan sonra bir plân yapmış ve uygulamasını bizzat üzerine almıştı. Sabahleyin erkenden taarruz edilecek ve düşman kovulacaktı. Fakat kumandan soğukkanlılığını koruyor, “etrafındakilerin de sinirlerini kendisininki gibi çelikleştirmeye çalışarak”: “Düşmanı tepeleyeceğiz, diyor. Fırkadan fırkaya, alaydan alaya koşuyor, çalışıyordu” Taarruz nihayet şafakla birlikte başladı. Aslî hedef Kocaçimen tepesi, Anafarta ovası, İsmail Bayırı idi. Harekât çeşitli noktalardan başlarken kumandanın cesaret veren sözleri tekbir sesleri arasında kayboluyordu. Müttefikler de zaman yitirmemiş, tutunduğu her noktayı berkitmiş, karşı saldırıya hazırlanmıştı. Ancak, Türk askeri yaşamını ortaya koymuştu. Bir yanda piyadeler hızla ileri atılırken, öte yandan topçularda müttefik hatlarını bombalıyordu. Buna karşın müttefiklerin topçuları harcadığı merminin çokluğuna oranla etkili olamıyor, mermi taneleri ya çok ilerde ya da geride patlıyordu. Müttefiklere son darbeyi vurmak üzere güçlü bir piyade birliğiyle ileri atılırken süvariler de çam ağaçları arasından çıkarak tepelere doğru adeta uçtu, yamaçta attan inerek avcıya yayıldı ve piyade desteği ile akşama doğru zafer çığlıklarının yükselmesini sağladı. “Düşman kaçıyor, nidası ağızdan ağıza dolaşıyor(du)” “Elbiseleri, parçalanmış, fakat kalbi neşvei zaferle çarpan” Türk askerlerinin önünde tüfekleri, çantaları, kazmaları, kürekleri atarak sahile doğru kaçıyorlardı. Bazı mevkide bunu da başaramıyor, kendilerini “dört taraftan kuşatılmış görüyorlardı”. Türk askerleri “düşmanı sahile sürmüştü”. “Karaya çıkan yüz bin askerin laakal nısfını gaib ettikleri muhakkaktı”. Türklerin kayıpları ise “çok az”dı124.
Muharebeleri “bütün inceliği ile bir siper savaşı” olarak niteleyen Fransız Jurnal gazetesi de müttefiklerin karşı karşıya kaldığı olumsuzluklara dikkati çekiyordu. Müttefikler dağ, taş, kaya, toprak, uçurum her şeyi ele geçirmek, iki tarafı denizlerle çevrili dar bir alanı geçerek saldırı yapmak zorundaydı. Oysa cephenin darlığı manevra olanaklarını kısıtlıyordu. Buna karşın Türk siperlerinin her biri bir sanatçı elinden çıkmış kadar mükemmel, geniş, derin, hem sığınak hem de siper işlevlerini gören gerçek bir “labirent”e benziyordu125. İklim de müttefikleri zor durumda bırakıyordu. Yağmurların az olması nedeniyle Haziran’da başlayan susuzluk giderek olumsuz etkisini artırıyor, buna rüzgârın müttefik birlikleri üzerine sürüklediği toz bulutları eklendikçe dayanmak olanaksızlaşıyordu126. Buna karşın müttefikler, 10 Ağustos günü şafaktan itibaren saldırılarını birkaç kez yineledi. Conkbayırı’na kadar ilerledi. Ancak aynı gün Türklerin baskın saldırısı ve yaşanan süngü savaşları ile pek çok kayıp ve esir vererek geri çekilmek zorunda kaldı (Conkbayırı Muharebeleri)127. 11 Ağustos’ta arka arkaya yaptığı üç saldırı da Türk karşı saldırıları ile püskürtüldü. Pek çok kayıp veren müttefikler beş yüz metre geriye atıldı. Türk piyadeleri, bir makineli tüfek ile iki yüze yakın tüfeği ele geçirdi128. Türk birlikleri müttefiklerin, 15 Ağustosta Kireçtepe yönünde başlattıkları saldırıdan da istedikleri sonucu almalarını önledi ve müttefikler karşısındaki üstünlüğünü ortaya koydu (Kireçtepe Muharebeleri)129.
Goltz Paşa da United Press Ajansı’na verdiği demecinde, Türklerin müttefikleri gerçekten zorladığı kanısındaydı. Müttefikler, Balkan savaşlarında aldığı ağır yenilgiden dolayı hemen tüm dünyanın zayıf olduğunu sandığı bir anda Türk ordusunun tüm gücü ve direnci ile karşı karşıya kalmıştı. Bu direncin de iki nedeni vardı. İlki, “ittihad-ı milli”, İkincisi “mevcudiyet-i milliye” duygusuydu. Gerçek Türk ordusunun şimdi ortaya çıktığına, her bir askerin vatanının varlığı için savaştığına dikkati çeken Goltz Paşa’ya göre müttefikler bir “ateş” ve “çelik” siperi ile karşı karşıya kalmıştı130. Savaş alanlarını dolaşan Tanin’in Rumeli muhabirine göre Anafarta ovasında çalılarla gizlenemeyen her açık toprak, yığın yığın müttefik askerleri ile örtülüydü. “Kana bayanmış ümidleri” ile “gafil avına çıkan” Hamilton “gafil yakalanmıştı”131.
Çanakkale’de Türk askerlerinin ardı ardına kazandığı zaferlerden Ordu Kumandanlığı da son derece memnundu. Harbiye Nazırı Enver Paşa kahramanlık destanının yaratıcısı olarak nitelediği şehit ailelerin çocuklarına bu kahramanlığı hatırlamaları dileğiyle “taziyetnameler” gönderdi132. Enver Paşa, bu mektuplarla “bugünün intikamı yarının çocuklarında yaşat(mayı)” ümit ederken müttefikler de 21 Ağustosta karadan ve denizden yoğun bir top ateşi başlattı. Ardından Anafartalar cephesine saldırıya geçti133. Ancak büyük bir yenilgi ile ve pek çok kayıp vererek “nâlân ve perişan” çekilmek zorunda kaldı (İkinci Anafartalar Muharebesi). Türk siperleri önünde beş yüzün üzerinde askerini bıraktı. Bir subayı ile pek çok eri de esir düştü. 22 Ağustos’ta yaptıkları ikinci girişim de sonuçsuz kaldı134. Müttefiklerin Gelibolu yarımadasında kalkıştığı son çıkarma harekatında uğradığı kayıplara dikkati çeken Daily Cronical da, sonucu “korkunç bir gerçek” olarak değerlendirdi135.
Anafartalar bölgesinde aldığı ikinci yenilginin ardından müttefikler Arıburnu cephesinde sessiz kalarak saldırılarını Seddülbahir’e yöneltti. Ancak burada da 24 ve 25 Ağustosta yapılan Türk karşı saldırıları ile kayıp vermeyi sürdürdü136. 26-28 Ağustosta Anafartalar’da Kireçtepe ve Azmakdere’deki Türk mevzilerine karşı ateş korumasında yaptıkları üç ilerleme girişimi de başarılı olmadı. Üç gün sonunda müttefiklerin ölü sayısı on bini buldu137.
Ağustos ayı sonlarına gelindiğinde müttefiklerin Arıburnu ve Anafartalar’daki büyük yenilgileri, özellikle İngiliz basınında, Hükümete yönelik eleştirileri artırdı. Times, Türk askerlerinin, başarısız olduklarında başkentleri İstanbul’u sonsuza değin kaybedeceklerini kavradığına, bu nedenle müttefik hücumları karşısında etten bir duvar ördüğüne dikkati çekti138. 20 Ağustos tarihli baş makalesini Ashmead Bartlett’in Çanakkale’den gönderdiği rapora ayırdı. Son harekâtı yorumladı. İngiliz resmi tebliği ile raporu karşılaştırdı. 20 Ağustos tarihli İngiliz tebliği “Türkler buradaki ileri harekâtımızı tevkif ettiler” cümlesinden ibaretti. Oysa, İngiliz kuvvetlerinin Suvla Körfezi’ne yaptığı çıkarma harekâtının “Anzak mıntıkasında” ileri yürüyüşünden bahseden, buradaki Türk askerini Plevne’deki Osman Paşa’nın “bahadır askerleri”ne benzeten Bartlett’in raporu, Gelibolu’da müttefik umutlarının söndüğünü ortaya koyuyordu. Times’a göre, İngiltere artık aciz kaldığını onaylamalıydı139. Çanakkale’ye gereken her türlü asker ve malzeme yığıldığı, hatta askerlik hizmetinin zorunlu hale getirilmesi yönünde çabalandığı halde istenen sonuç alınamamıştı. Zira, Çanakkale savaşı, başından sonuna kadar Londra’dan “hayalperestane bir surette” yönetilirken140 Türk askerleri son derece başarılı bir şekilde yönetiliyordu.
Tanin gazetesinin güney cephesi muhabiri Cemil Hakkı Bey de, Türk ordusunun komutanından askerine kadar gösterdiği dirence dikkati çekti. Gelibolu yarımadasını tarihe armağan edilen bir “abide” olarak tanımladı. Türk askerinin burada tüm İslâm dünyasının hakkı için savaştığına, her kayayı, her taşı savunarak bir destan yarattığına dikkati çekti. Gelibolu’ya “Çelikkale” isminin verilmesini önerdi141. Tanin de Osmanlılığın ve İslamlığın onuru için savaşan Türk askeri için yardım kampanyası başlattı. “Kış geliyor. Bu aydan sonra yavaş yavaş soğuklar, yağmurlar, rüzgârlar ve sonra karlar, fırtınalar birer birer icrai hükme başlayacak” diyen gazete kar üstünde, yağmur altında yatmak ve soğukla mücadele etmek zorunda kalacak askere karşı ulusu göreve çağırdı. Türk ulusunu sevindiren, heyecan ve onur duyguları ile dolduran, yaptığı fedakârlığı bile düşünmeksizin vatan uğrunda can ve kan veren askere gönderilecek küçük bir hediyenin önemine dikkati çekti. Zira hediye, bütün bir ulusun; kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, çocuğuyla düşmanı yenmek için birlik olduğunun göstergesiydi. Onlara hem moral verecek hem de gereksinimlerini karşılayacaktı. Yapılması gereken Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ni desteklemekti. Gücü yetenler askerin gereksinim duyduğu pamuklu gömlek, avcı yeleği, çorap, kuşak, eldiven gibi giyecekleri kendi olanakları ile hazırlayıp Cemiyete vermeliydi. Bunları alamayacak olanların da yapacağı işler az değildi. Tanin özellikle “şefkat ve gayretlerini” her zaman göstermiş olan kadınlara seslendi. Cemiyetin elindeki malzemeyi işlemeye çağırdı. Geçimlerini çalışarak kazananlara ise Cemiyet uygun bir ücret verebilecekti. Gazetenin ümidi, ücret karşılığı çalışmak isteyenlerin az olması yönündeydi142.
Bu çağrı, tüm ülkede olumlu yanıt bulurken Gelibolu yarımadasında Eylül ayından itibaren karşılıklı ateşler ve süngü savaşları devam etti. Lağımlar patlatıldı143. Gerek Seddülbahir’de gerekse Anafartalar’da ve Arıburnu’nda Türk topçunun ateşleri ve piyadenin ileri harekâtları ile müttefik kayıpları sürdü. 4 Eylül’de İngilizlerin E7 denizaltısı Çanakkale’de batırıldı. Üç subay ve yirmi beş erden oluşan mürettebatının tümü esir alındı144.
1915 yılı Ekim ayı başında müttefiklerin Çanakkale’de yüz yüze kaldığı bu güç koşullar, ardı ardına gelen yenilgi ve kayıplar Osmanlı Hükümeti’nin zafere olan inancını artırdı. 5 Ekim 1915 tarihli Meclisi Mebusan toplantısına da bu duygu egemen oldu. Meclisi Mebusan Başkanı Halil Bey, yaptığı konuşma ile Çanakkale’nin geçilemeyeceği hakkındaki inancının ve ümidinin gerçekleşmiş olmasından dolayı duyduğu gururu dile getirdi. Savaşın kısa bir tarihçesini yapan Enver Paşa ise Balkan savaşlarından kurtarılabilen “enkaz”ın bir yıl gibi kısa bir sürede toparlandığına ve Türklerin “kendi yağıyla kavrularak” başarıya ulaştığına dikkati çekti. Barış imzalanmadan önce ülke topraklarında tek bir düşman askeri kalmayacağını ve “hatta daha öteye, ilerilere bile gidilebileceğini” garanti etti. Enver Paşa’nın bu düşüncelerini paylaşan Tanin de, savaş alanlarında zafer kazanan silahların, siyasette de nüfuz sahibi olacağını, böylece “şimal denizlerinden Basra körfezine” olan amacın gerçekleşmiş olacağını belirtti145.
Meclis’teki bu zafer havası boşuna değildi. Zira, Alman ve Avusturya-Macaristan ordularının Sırbistan’a saldırması üzerine, 7 Ekim’de General Hamilton ve General d’Amade’ın taburlarının bir kısmı Selanik’e gönderilmişti. Tanin’e göre bu gelişme, İtilâf Devletleri’nin Çanakkale’yi boşaltmalarının başlangıcı, Türk hilâlinin, Türkleri hor gören İngiltere’ye ve Fransa’ya indirdiği müthiş bir darbeydi146. Ajanslar ve gazeteler de müttefiklerin çekilme hazırlıkları içinde olduğunu doğruluyordu. Sokulu gazetesi muhabiri Londra’dan gazetesine çektiği telgrafta, Çanakkale’deki harekâtın “kesin bir hezimetle” son bulduğuna147, İngiliz ve Fransız üst düzey askeri görevlilerinin katılımı ile yapılan toplantıda Sırbistan’a yardım etmek için tek çarenin; Çanakkale taarruzunu savunmaya çekmek, hatta olabilirse büsbütün sonlandırmak ve Çanakkale’de bulunan birliği yola çıkarmak konusunda uzlaşmaya varıldığına dikkati çekti148. Müttefik kamuoylarının Çanakkale’den çekilme düşüncesine hazırlandığını da ekledi149. Çekilme haberleri Avustralya’da da büyük yankı buldu. Çanakkale’de “yüz binlerce” Avustralya askerinin boş yere feda edildiğine dikkati çeken gazeteler, harekâtın yeterli ve gerekli hazırlıklar yapılmadan başlatıldığını iddia ederek sorumluların cezalandırılmasını istedi150.
Gerek müttefik gerekse tarafsız ülke basını, Çanakkale’den çekilme kararına gerekçe olarak müttefiklerin Sırbistan’a yardım etme amaçlarını öne sürüyordu. Tanin bu nedeni benimsemedi. “Osmanlıların demir yumruğu altında şaşalayıp kal(an)” müttefiklerin, Gelibolu’daki “ölüm tuzağından” yakayı sıyırmak için zaten fırsat kolladığına, Avusturya-Macaristan ile Almanya’nın Sırbistan üzerine yürümesi ile uygun zemini bulduklarına işaret ederek151 Türk askerlerinin çekilme gerçekleşinceye kadar da baskını sürdüreceğini belirtti152.
Ekim ayının ortalarına gelindiğinde müttefikler gerek karadan gerekse denizden, bulundukları mevzilerden ateş etmeyi yeğliyordu. Aralıklarla yaptıkları hücum girişimleri ise Türk topçularının ateş menziline girdiği anda durduruluyor ve büyük kayıp verdirilerek geri itiliyordu. Türk piyadeleri ise yaptıkları baskınlarla müttefiklerin insan ve malzeme kayıplarını artırıyor, küçük de olsa geri çekilmelerini sağlıyordu153. 30 Ekim’de Fransızların Turkuaz isimli denizaltısı Çanakkale’de Türk topçularının ateşi ile batırıldı. İki subay ve yirmi dört erden oluşan mürettebatının tümü esir alındı154. Türk topçularının “nişancılıktaki mahareti”nin güzel bir örneği olan Turkuaz kısa süre içinde denizden çıkarılıp İstanbul’a çekildi. On gün içinde onarımı tamamlanan denizaltı için 10 Kasım’da Bahriye Nezareti’nin bulunduğu Camialtı Meydanı’nda bir tören yapıldı. Saat 14.30’da başlayan törende bahriye mızıkası, itfaiye ve donanmadan oluşturulan kıtalar, devlet adamları ve ileri gelenler, bir bölük Alman ve bir bölük Türk askeri hazır bulundu. Başkumandan vekili Enver Paşa, denizaltının yeni isminin yazılı olduğu örtüyü kaldırdı. “Müstehib Onbaşı”. Denizaltıya, onu yaralayarak Türk ordusuna kazandıran Bursa’nın Yenişehir kazasından Necip oğlu Müstehib Onbaşı’nın ismi verilmişti155.
5 Kasımda ise iki ay önce cepheye getirilen E20 isimli İngiliz denizaltısı Çanakkale’de batırıldı. Otuz kişilik mürettebatından üç subay ile altı er esir alındı156. Müttefiklerin gerek Seddülbahir, gerekse Anafartalar ve Arıburnu’nunda ilerleme çabalarlı sonuçsuz kaldı157. 22 Kasımdan itibaren tüm cephelerde karşılıklı ateş sürerken, Çanakkale cephesine gelen Lord Kitchener’de Mondros’ta bir askeri meclis topladı. Atina sefirinin de katıldığı bu toplantıda aldığı bilgiler cepheyi boşaltma kararında etkili oldu158. Toplantıya katılan Fransız Generali Berloyoti de Jurnal gazetesine verdiği demeçte; “ikinci bir Cebelitarık yaratmak amacıyla yapılan Çanakkale seferinin” tamamen sonuçsuz kaldığını belirtti. İstanbul-Berlin yolunun açılması ile büyük bir tehlike ile yüz yüze kaldıklarına dikkati çekerek Seddülbahir’in ertelenmeksizin boşaltılması gerektiğini ve bölgedeki askerin Selanik’e çekileceğini açıkladı159.
Ard arda yapılan toplantılar, yetkili ağızlardan gelen açıklamalar ve basına yansıyan haberler müttefiklerin, harekâtın geleceği konusundaki ümitlerini yitirmeye başladığının göstergesiydi. Buna karşın müttefikler, tüm cephelerde uzaktan donanmasının ateşi ile aralıklı baskılarını sürdürdü.160. Anafartalar’da ve Arıburnu’nda yoğunlaşan bu baskılara Türk ordusu da yeni bir taarruzla yanıt vermek istedi. Hazırlıklarını tamamladı. Ancak saldırı yapacak müttefik birliklerini bulamadı. Müttefikler, 19-20 Aralık gecesi ‘İstanbul’u da etkisine alan yoğun sisten yararlanarak’ bölgeyi boşaltmıştı161. ‘Beş adım ilerisi görülemeyecek derecede’ yoğun olan sisin uzun süre devam etmesi nedeniyle müttefiklerden çok fazla esir alınamamıştı. Müttefikler ancak sis sayesinde “yakasını kurtarabilmişti”. Ele geçirilen sağlık malzemeleri başına da bir nöbetçi dikilmişti162. Boşaltılan bölgelerde, zeminliklerde poker kağıtları, viski bardakları, meyve suyu kutuları ve konserveler bırakılmıştı163. 25 Nisanda Arıburnu’na çıkmış olan müttefikler bu sahilde 229 gün kalabilmişti. Anafartalar’da geçirdiği süre ise 135 gündü. Yitiklerine gelince, İngiltere Başbakanı’nın yaptığı açıklamalara göre yalnız İngiliz kayıplarının miktarı doksan altı binin üzerindeydi. Tanin’e göre ise toplam kayıp iki yüz elli bin civarındaydı164.
20 Aralık 1915 Pazartesi günü öğleden sonra bütün İstanbul’da ağızdan ağza, kulaktan kulağa “düşmanları denize döktük” müjdesi iletiliyordu. Zafer haberine uzun zamandır hazırlıklı olan İstanbul’da bu müjde davullarla duyuruldu. Resmi tebliğleri beklemeyen akşam gazeteleri baskılarını yapınca halk, gazeteleri “kapışmaya” başladı.
“Anafartalarda ve Arıburnu’nda tek bir nefer bile kalmamış, topçularımızın iki gün mütemadiyen devam eden ateşi altında şaşırıp kalan düşman aylardan beri tecrübe ettiği süngünün de parıldamaya başladığını görünce artık kaçmaktan başka çare kalmadığını anlamış, evvelki gece ve sabahleyin İstanbul’u da örten sisten istifade ederek çekilmeğe başlamış. Sis! Düşmanlar ilk taarruzda da bundan istifade etmişler, kaçarken de hep bu sayede kurtulmuşlardır!”
Gazeteleri okuyanlar grup grup bunları konuşuyor, Seddülbahir’de kalan müttefik askerlerinin de yakında aynı akıbete uğrayacağına olan inançla artık “Çanakkale meselesinin bitmiş olduğu” sonucuna ulaşıyordu. Tanin de “kahraman askerlerin düşmana karşı en son darbeyi indirecekler(i)” günü bekliyordu165.
21 Aralık günü İstanbul bayraklarla donatılmıştı. Şehirde adeta bir bayram havası vardı. Yüzler gülüyordu. Halkı, omuzlarındaki yükün birden bire kalkıvermesine benzeyen bir rahatlama duygusu kaplamıştı166. Ulusal ajans aracılığı ile tüm yurda duyurulan zafer haberi halkı sevince boğdu. Edirne’de Alman ve Avusturya-Macaristan konsolosları valiyi ziyaret ederek tebriklerini sundu. Belediye başkanı ise Edirne halkı adına Enver Paşa’ya kutlama telgrafı çekti. Aynı gece Edirne’de fener alayı düzenlendi. Alay, Avusturya konsoloshanesine giderek teşekkürlerini sundu. Eskişehir’de her yer donatıldı. Şenlikler yapıldı. Akşamüzeri İdadi, Turan Numune Mektebi ve diğer okullarla birlikte, izciler ve halkın katılımı ile fener alayı düzenlendi. Mızıkanın çaldığı marşlar ve öğrencilerin söylediği vatan şarkıları ile tüm şehir dolaşıldı. Zafer, bayraklarla donatılan Trabzon, İzmir ve İnegöl’de de fener alayları ile kutlandı167.
Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya kaldığı savaşta en yaşamsal önemi Çanakkale ve Gelibolu cephesine verdiğine dikkati çeken Tanin, “son perdenin” açılmış olmasından dolayı mutluydu. Zafer Türklere, dünyada onurlu bir yer açmıştı. Müttefikler, Çanakkale harekatına girişmemiş olsaydı, bu haklı saygınlık kazanılamayacaktı. Çanakkale’den başka herhangi bir cephede elde edilecek maddî kazançlar ne kadar büyük olursa olsun manevî etkileri çok sönük kalacaktı. Oysa Çanakkale’deki sonuç, Kafkasya ve Mısır’da elde edilecek olanlardan çok daha fazla manevî bir etki yaratmıştı. Türklerden ve silah arkadaşlarından başka herkesin, İstanbul’a girileceği iddia edilen on beş günlük sürenin sonunu beklediği, müttefiklerin bu sonuçtan son derece emin olduğu, üzerine Türkçe “yüz yirmi kuruş gümüş akçe” damgasıyla özel banknotlar hazırlayarak gemilerdeki tayfalara, yarımadaya çıkarılan askerlere İstanbul’da kullanmaları için dağıttığı göz önüne alındığında bu zaferle yalnız bütün savaş kazanılmakla kalınmamış, gelecek için “her türlü fütuhatın manevî temelleri” de atılmıştı168. Osmanlı tarihi, İngiliz ve Fransızların “çamurlu bir alınla, şark kapılarından kovuldukları” yeni bir gün kazanmıştı. İstanbul’un fethi tarihte nasıl yeni bir devir açmışsa, savunulması da bir başka dönemin başlangıcı olmuştu. On ay devam eden mücadelede her gün Türkiye için ayrı bir zaferdi. Zira her başarısızlığı ile “kuduran”, İngiliz asilzadelerinden, Fransız sosyalistlerinden, Afrika’nın “yamyamlarından”, Hint Mecusilerine kadar dört bir yandan asker toplayan, zehirli gazları yeterli görmeyip, dom dom kurşunu atarak “vurduğunu öldürmeye azmeden” müttefikler, Türk’ün göğsünde paralanmıştı. Bu gün o göğüs ne kadar yükseltilse yeriydi. Zira hiçbir ulus, Türkler kadar “sabır”, “metanet”, “mukavemet” göstermemişti. Anafartalar’da başlayan zafer dalgası, yarın Seddülbahir’i “sonra ötesi(ni), bir kere daha ötesi(ni); Osmanlı bayrağının şanlı dalgalarını kucaklamak için açılan ülkeler(i)” saracaktı169.
Zafer, İttifak Devletleri arasında da yankı buldu. Hemen tüm Alman gazeteleri Çanakkale’den çekilişin İngiltere’nin bütün dünyada nüfuz ve saygınlığına bir darbe vurduğu kanısındaydı. İngiltere, Müslüman bir devlete yenilmiş olmasının etkisini sömürgelerinde hissedecek, Gelibolu’daki askerî hezimet daha büyük siyasal bir hezimetle son bulacaktı. Türkiye ise bu savaşta, artık genel saldırı konusunda da etkili olabileceğini kanıtlamış, başlanmış olan yeni binasını tamamlamak için maddî ve manevî temeli oluşturmuştu. Alman basını, boşaltma işleminin Avam Kamarası’nda alkışlarla karşılanmasını da ciddiyet dışı buldu170.
Viyana gazeteleri Çanakkale’de müttefiklerin son hesaplarının görüldüğü kanısındaydı. Buna karşı elde edilen başarıyı Berlin-Viyana-İstanbul yolunun açılmasına ve Türkiye’ye aktarılan askerî malzemeye bağladı171.
Müttefiklerin İstanbul’u kısa sürede ele geçireceğine herkesin inandığına, hatta Fitzmaurice’in bile İstanbul’a vali sıfatıyla gitmek üzere yol çantası hazırladığına dikkati çeken Bulgar gazetesi, Çanakkale’den çekilecek Osmanlı ordusunun Süveyş’e yürümesine hiç kimsenin engel olamayacağını ve zaferin İslâm dünyasını etkisine alacağını düşünüyordu. İngiliz nüfuz ve onurunun “zir-ü zeber” olacağı kesindi172. Kampana gazetesi ise “Çanakkale Firarı” başlığı altında ‘İstanbul’a doğru arslan gibi hareket edip kedi gibi firar’ eden müttefiklerin Çanakkale’yi üç nedenle boşalttıklarına dikkati çekti. İlki, Çanakkale harekatı önceden iyice düşünülmüş bir plâna sahip değildi. İkincisi, Viyana ve İstanbul yolunun açılması üzerine Mısır’a karşı yapılacak saldırı tüm dehşeti ile İngilizlerce anlaşılmıştı. Üçüncüsü, Selanik’e yardım etmek gerekiyordu173.
Müttefiklerin Anafartalar ve Arıburnu’ndan çekilmesi ile birlikte İngiliz basını da hükümete yönelik eleştirilerle sesini yükseltmeye başladı. Çanakkale savaşlarının 9 Kasım’a kadar subay ve er olmak üzere 106 bin ölüye mâl olduğuna, 90 bin askerin savaş dışı kaldığına ve bu harekât için 200 bin kişinin feda edildiğine dikkati çeken gazeteler sorumluların cezalandırılmasını istedi174. Times gazetesi, “Gelibolu hezimeti”ni İngiltere’nin o güne dek karşı karşıya kaldığı hezimetlerin en büyüğü olarak değerlendirdi. Daily Mail ise çekilmeyi, hükümetin Gelibolu seferini başlatmakla yaptığı hatayı anlamış olduğunun bir göstergesi olarak yorumladı175. İsveç basını ise çekilmenin İslâm dünyasına büyük etkisi olacağını ve İngiltere’nin dünyadaki saygınlığını zedeleyeceğini düşünüyordu176.
Tanin’e göre, zaferin dışarıdaki yankıları ülkedekine oranla çok daha büyüktü. Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan basını Türk kahramanlığını ve azmini takdir ediyordu. Zafer “alelade önümüze çıkıvermiş bir düşmana karşı kazanılmış bir şey değil, belki de bizim tarihî ve en kuvvetli düşmanlarımıza karşı indirdiğimiz darbedir” diyen gazeteye göre, bu zaferle yalnızca Fransa ve İngiltere yenilmemiş, boğazların tarihsel düşmanı Rusya da devrilmiş, Büyük Petro’nun vasiyeti sonsuzluğa gömülmüştü. Buna karşın zafer olumsuz etkilerini en çok İngiltere’de gösterecekti. Gelibolu’da Türk askeri, Doğu uluslarının yenilmez zannettikleri İngiltere’nin yalnızca inadının değil modern araçlarının da işe yaramayacağını göstermiş, “kendi azmiyle kendini kurtaran Türk” diğer “mazlumlar” için de örnek olmuştu. Çanakkale zaferinin en önemli etkisi de bu olacaktı177.
Tanin, İngilizlerin, Anafartalar ve Arıburnu’ndan pek az kayıpla geri çekilmelerini bir başarı olarak göstermelerine de karşı çıktı. Türkler, İngilizler gibi savaşın insanî ve hukuksal kurallarını ayaklar altına almadığı için müttefikler kayıp vermemişti. Zira, müttefikler çekilirken de Kızılhaç bayrağının gölgesine sığınmıştı. Buna karşın Türkler, Kızılhaç bayraklarına hürmet etmiş ve nakliyeyi ateşle taciz etmemişti. İngilizler, çekilmelerindeki temel başarıyı Kızılhaç işaretlerine borçlu olduklarını asla unutmayacak ve “bu işaretin kırmızı aksi daima yüzlerine çarpacaktı..”178.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa